Ağustos 18, 2006

Versatil Kalem

skoer: hocam; gectigimiz donemlerde kucuk capli bir arastirma yapmis olmama ragmen 'versatil kalem' teknolojisi bulan zat-i muhtereme bir turlu ulasamadim. bu konuda bizleri aydinlatabilir misiniz?


Çeşitli ülkelerin patent arşivlerinde yaptığım saatlerce süren detaylı incelemeler ve de arşivlerde çalışan eş dost, hısım akraba sayesinde binbir güçlükle ulaştığım bilgilerden şunu hatırladım, nasıl olup da unuttuğuma hayret ettim:

Manyak ingilizlerin "Propelling Pencil" dedikleri bu çok yararlı aletin patenti ilk defa 1822 yılında, İngiltere'de, Sampson Mordan ve de John Isaac Hawkins isimli iki mahalle arkadaşım tarafından alınmış. Sonra mahallemizin teknolojik alandaki üstün ilerleyişini kıskanan komşu mahallelerin başı çektiği 160 patent daha alınmış bunu takip eden 50 yıl içinde.

Bundan sonraki gelişmeler fasa fiso ve de sadece teknoloji tarihi manyaklarının ilgisini çekecek şeyler oldukları için aktarmıyorum. Lakin Koç teknoloji müzeleri bu hızla çoğalmaya devam ederse yakında açılacak basmalı kalem müzesinde bu gelişimin bütün tarihini, kalemlerin de birer örneğiyle rahatlıkla öğrenebileceğinizi tahmin ediyorum.

Ağustos 17, 2006

Atasozu

Hani kucuk Gauss'un ogretmeni cocuklar oyalansin diye 1'den 100'e kadar olan sayilari toplasin demis ya, ben de ortaokuldayken Turkce hocalarimiz alin bir atasozu aciklayin derdi. Allahtan cin gibiyim, cok zekiyim, kim ugrasir bu sacma salak laflarla diye gittim Kadikoy'deki sahaflara olabildigine en eski kitabi buldum. Arif Hikmet Par'in kitabiydi, kendisini burada saygiyla anmak isterim, cok buyuk emegi gecmistir bana. Kitap eski, basim tarihi eski, ayrica kim nerden bulacak, zaten 30 kisiyiz, yarimizin okumasi yazmasi yok... Hoca atasozunu verdikce ben yapistiriyorum bir krose, hoca iki tane aciklayin diyor ben kombo cekiyorum. Tabi yaptigim sey pilacerizm sayilmaz, Coskun Sabah'in Mozart'la olan etkilesimi gibi ben de Sayin Par hocamdan esinleniyordum.

Simdi diyeceksiniz "lan sen ne namussuz adammissin divadeiwob" diye, yok valla, o kadar sacmalardim ki hoca bana "olmamis, iki kelimeyi bir araya getirememissin" derdi. Zaten ortaokulda sadece bir kere 85 almistim bir Turkce sinavinda, bir de Lise 3'te 5 geldi karneme o kadar, ozurluyum kisaca... Yazamasam da cok sey ogrendim o atasozlerinden. En onemli sey ise atasozlerinin cok sacma olduguydu. Surekli birbirleriyle celisiyorlardi, hepsi duruma gore soylenmis guzel sozlerdi o kadar. "Terzi kendi sokugunu dikemez" derler, "kelin merhemi olsa basina surerdi" demeyi de ihmal etmezler.

Cok uzattim, sadete geleyim:

joveblack: terzi kendi söküğünü neden dikemez?başkalarına iyiliği dokunan, kendine neden dokunamaz? divadeiwob?

Baskalarina iyiligi dokunan kisi en buyuk iyiligi kendisine yapmistir zaten... ...cunku yasam bir fasulye sirigi gibidir, degil mi?

Ağustos 10, 2006

Sozun Olmadigi Yer (ek)

Ben tabi Cem kardesim kadar entelektuel birikime sahip degilim ama ornegini verdigi latince sozun ben Turkce'sini biliyorum. Bazi baltik ulkelerinde boyle yaziyormus: "Burada Allah yok Peygamber tatilde" Fazla soz(!)e ne hacet!

Bu arada pek sevgili kuzenim John Fowles olmeden once bir kitabina soyle bir not dusmustu hatirim icin: Atasozleri kaypaktir, yalancidir, onlara inanmayin... Hep cift tarafli calisirlar...

Sözün Olmadığı Yer

beter pan: sayın hocam, "söz gümüşse sükut altındır" sözüne eleştirel bir bakış getirerek, sözün olmadığı yerde ne olduğu konusunda bizi aydınlatır mısınız...


Inde deus abest (Tanrı'nın olmadığı yer) yazmış eskiler zindanlarının kapısına, işkenceye götürülen insanların son umutlarını da ellerinden alıp, dımdızlak bırakmak için. Aslında bu "olmadığı yer" muhabbeti pek de bilinmeyen, yeni bir şey değil, insan illa bir şeylerin olmadığı bir yerler hayal ediyor, istiyor. Bu da kimisi için eşitsizliğin olmadığı yer, kimisi için çalışmanın olmadığı yer olabiliyor.

Tabi, olmayan şeyler her zaman Tanrı kadar dramatik ve etkileyici olmayabiliyor. Misal sözün olmadığı yerler nasıl yerlerdir, insan kurtlu olduğu için merak ediyor, yerinde duramıyor. Evren önceki soruda neden merak ettiğimiz konusunda bizi aydınlattığı için ben hemen yerlerin niteliğine geçmek istiyorum.

Zaten "Söz gümüşse sükut altındır." denerek bikbikbik konuşmamamız, haddimizi bilip yerimizde oturmamız konusunda atalarımız fikir birliğine varmışlar. O yüzden sözün olmadığı yerin atalarımız için daha da güzel, cennetvari bir ütopya olacağını düşünebiliriz. Hele hele sözlerin olmadığı yerde düşünmemizin de pek mümkün olmayacağına inananlardansak. Düşünsenize, konuşma yok, düşünme yok, muhalefet ya da farklılık yok; çevresel şartlar değişmediği sürece statükoyu bozacak, keyfimizi kaçıracak hiç bir şey yok. Karnımız tok, altımız kuru, mutlu mesut yaşayıp giden bir toplum oluruz.

Mutluyuz, mesuduz; aynı rutin şeyleri yapıyor, asgari çabayla hayatımızı idame ettiriyoruz. Bir gün, beş gün, on gün... Yetmedi bir yıl, beş yıl, on yıl, hep aynı şeyler, hep aynı rutin işler... Bu ahval ve şerait içinde sanırım karanlık nasıl ışığın olmadığı yer anlamında kullanılan bir kelimeyse, sözün olmadığı yer için de en uygun kelime cehennem olmalı.