Mayıs 30, 2007

Nemenem

ecem: eger bugün hava sıcaklıgı 0 derece ise ve yarın 2 kat daha soğuk olacaksa yarın hava kaç derce olacaktır

Havadaki nem oranını bilmeden bu soruya tam randımanlı bir cevap verilemez. O yüzden cevap 5 derecedir. O derece yani.

Mayıs 20, 2007

Yovarlak

sidikli kontes: Yanilmiyorsam en cok vapurun kicinda dururken goruruz ya, o kopukler neden beyaz beyazdir hep?

Köpük dediğimiz şey, küre şeklinde minik su kabarcıklarıdır. Bu su kabarcıkları, ışığı yansıtırlar. Küre şeklinde oldukları için, kırmızıdan mora kadar tüm dalga boylarındaki ışıkları yansıtacak bir açıları mevcuttur. Bu sayede ışık ne yönden gelirse gelsin, neredeyse her yöne, tüm renkleri yansıtırlar. Tüm renkleri yansıtan maddeler beyaz gözükür.

Mayıs 19, 2007

İsteyenin Bir Yüzü, Vermeyenin...

Yine Ben: Bu KARANLIK Sol elini niye bukadar önemiyor. Niçin ona özel site açmış? Sağ elinin ne ... :D Bir elin NE si var .. Sesi var Anladın sen onu :D

Efenim 23,92 senelik hayatımın son 12 senesinde her kötü günümde yanımda olan SolElim'den başka bir şeye özel site açmam çok abes kaçardı. Hiç düşündünüz mü T-Rex neden çok asabidir? Kolları kısa diye mi? Yoksa kollarının kısa oluşu başka bir şey yapmasına engel olduğu için mi? Bu arada sol elimin adı "Elizabeth"tir, sağ elimin ise "Eleanor", biri kraliçe diğeri Rigby ;)

Martılar Dozunda Uçar

ichi: Blogumu okuduguna gore, aslında ne sorucağımı tahmin ediyor olmalısın. "Martılar"! Neden önce biraz bir tarafa sonra diğer tarafa gidiyorlar? Ve ne kadar yüksekten uçacaklarına nasıl karar veriyorlar?

diye sormuş ichi bacı.


Efenim öncelikle martılar bir o tarafa bir de bu tarafa giderler gerçekten. Özellikle vapurları takip edip simitlerini oradan çıkaranların bir çoğunun kafalarına aldıkları simit darbelerinin etkisinin buna yol açtığı üzerinde tartışmalar olan bir konudur. Artık neye sığınıp martıların kafasına simit atıyorlarsa yurdumun yardımsever insanları, garibim martılar kafalarında Dizzy Gillespie melodileriyle uçuyorlar.

Martı olmak doğası gereği zor bir şey. Akbaba olmak gibi. Martıcıklar çöpten besleniyorlar, o yüzden İstanbul boğazında bir çok martı varken kirlilik haritasında daha düşük bölgelere gittiğimizde martıların sayısı azalmakta. Bence Boğaz'ın temizlenmesi ekolojik dengeyi bozup martıların soylarının tükenmesine yol açabilir. O yüzden atıklarımızı her zaman olduğu gibi denize dökmeye en üst düzeyde önem göstermemiz gerekiyor. Şahsen ben, ee, neyse söylemeyeyim...

Martılar yüksekten uçmazlar. O yüzden pek karar verecek durumları yok. Yalnız enteresan bir şekilde Kırlangıçlar için bu soruyu yanıtlayabiliriz, ne de olsa "O Soruyu Sor" doğru soruları da hiçbir ücret talep etmeden sormakta.

Kırlangıçlar yüksekten uçarlar. Bu mahlukat yerden oldukça yüksekte uçan, takılan, dolanan böcekleri yer. Ama bazen görürüz ki alçaktan da uçarlar. Hatta onların alçaktan uçtuklarını gördükten sonra yakında yağmur yağacağını da anlarız. (Şahsen ben çok zeki olduğum için anlıyorum ama bu bilgiyi gene de paylaşayım) Bir termometre ve barometreyle yağmurun yağacağını anlıyoruz. Düşük sıcaklık ve yüksek basınç kardeşliği. Aynı şekilde bu böcekler de yeryüzüne daha yakın takılıyorlar bu koşullarda. Onları yiyen kırlangıçlar da peşlerinde olmak üzere... Hoop, ondan sonra da yağmur yağıyor. Vay anasını değil mi sayın seyirciler?

(Zengin bitirişi yaptım, farkındayım.)

42

izumi: benim asıl merak ettiğim, "o soruyu sor" ile kastedilen soru nedir? net cevap (net soru) bekliyorum.

Bundan yıllar yıllar önce (yaklaşık 17 milyon yıldan bahsediyoruz burada), evrenin uzak bir köşesinde yaşayan üstün zekâlı yaratıklar, hayatın, evrenin, her şeyin cevabını bulması için süper güçlü bir bilgisayar ürettiler. Teknik ayrıntılarına girmeyeceğim bu bilgisayar, cevabı bulmak için 7 milyon yıl istedi bu üstün zekâlı yaratıklardan.

7 milyon yıl sonra, bu üstün zekâlı yaratıklar, tekrar bilgisayarın başına gelip baktılar, cevabı buldu mu bulmadı mı diye. Bilgisayar cevabı bulmuştu ve cevap 42 (yazıyla 42) idi.

Bu cevabı duyan üstün zekâlı yaratıklar, “olacak şey değil, olamaz, hayatın, evrenin her şeyin cevabı 42 olamaz” diye celallendiler bilgisayara karşı. Bilgisayar da “bu dediğiniz bir soru değil, doğru soruyu bulursanız cevabın 42 olacağını görürsünüz” şeklinde bir Türkçe dersi verdi. Bunun üzerine, Türkçe konusunda pek başarılı olmayan bu üstün zekâlı yaratıklar ki zekâlarından şüphe duyarım, “o zaman bize soruyu söyle” şeklinde yeni bir istekte bulundular. (sevgili okur, dikkat edersen bu üstün zekâlı yaratıklar soru sormadılar hiç) Bilgisayar da “bu soruyu ben hesaplayamam, onun yerine gidin insan ırkı diye bir ırk var, yerküre adında bir gezegende yaşıyorlar, hayatları soru sormakla geçiyor, illaki sordukları sorulardan biri değilse öbürü bu cevabın sorusudur” şeklinde bir akıl verdi. Zira bu yaratıklar soru sormayı bilmiyorlardı, çünkü çok üstün zekâlı oldukları için zaten bütün cevaplara sahiptiler.

Bunun üzerine bu üstün zekâlı yaratıklar, ki kendileri dünya üzerinde fare şeklinde görünürler, 10 milyon yıl önce insanlar üzerinde deneyler yapmaya başladılar. Deney yaptıkları anlaşılmasın diye de, sanki insanlar onların üzerinde deney yapıyormuş havası yarattılar.

10 milyon yıl boyunca fareler insanların ağzından doğru sorunun çıkmasını beklediler. Son dönemde, bu fareler, internet teknolojisini de kullanarak, google, yahoo falan, dünya üzerindeki soruları toparlamaya başladılar. Bu sitelerden biri de, sevgili okuyucu, işte şu anda okuduğun blogdur. Dikkat edersen blogun adresi “evrenesorun” dur. Evronosoğlu ile bi alakası yoktur. Bu blogda siz “evren” e sorarsınız. Evren diyorum, aloo, çaktınız mı köfteyi. Evren uzay falan, bunlar insan aklının alamayacağı şeyler.

Peki, bu yazının sonucu nedir sevgili okuyucu.

Sonuç şudur.

Evren ismindeki, divad veya karanlık takma isimlerini kullanan kişi bir faredir.

Peki izumi’nin sorusunda cevap nedir? Daha doğrusu izumi’nin sorduğu sorudaki soru nedir?

İşte bu konuda henüz kesin bir soru bulunamamakla beraber, bugüne dek cevaba çok yakın sorular bulunmuştur. Bu sorulardan en yakını ise, "what do you get when you multiply six by nine?" şeklinde tezahür etmiştir. Dikkat edersen sevgili okuyucu, sorunun cevabı aslında 54’tür. Fakat üzülmemek lazım sevgili okuyucu. Cevabı 42 olan soru da pek yakında bulunacağa benziyor. Hele bu internet teknolojisi varken en geç 1 milyon yıl içinde “o soru” bulunacaktır.

Alx


Not: Sevgili Alx'e yardımlarından ötürü teşekkür ederim.

yeşil tuttum cennetten

aşk_lanetli: namus konusunda büyük günah işledin tövbe ettin kabul olurmu

Bu soruda ikinci tekil şahıs (sen) kullanarak beni şaşırtan arkadaşa öncelikle teşekkür ederim. Namus konusunda son günlerde işlediğim, halen de ısrarla işlemekte olduğum büyük günahı nereden haber aldığı, nasıl bildiği konusunda fikrim yok. Rüyalara giren ak sakallı dedeymişçesine sorduğu bu soru, beni derin derin düşünmeye, kendimle hesaplaşmaya itti. (Yalan lan, aynen devam. Nato kafa nato mermer bendeki.)

Öte yandan noktalama işaretlerine dikkat etmemesi, soru edatı ve kayıp kıta "mu"yu ayrı yazmaması beni derinden yaraladı. (Bu da yalan. Çok da tın...)

Tövbe konusuna müslümanlık açısından yaklaşırsak, din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde öğrendiklerimle bu soruya kolaylıkla cevap verebilirim. "İslam kolaylık dinidir" diye boşuna dememişler. Tövbe ettiğiniz şeyi tekrar yaparsanız, tövbeniz kabul edilmemiş demektir. Tekrarlamazsanız tövbeniz kabul edilmiştir. Bu sayede tövbe-kontrol mekanizması inanan kişinin kendi iradesine bağlanmış; kabul edildi, edilmedi, referanduma gitti gibi belirsizlikler ortadan kalkmıştır. Günahın büyüklüğünün belirleyiciliği yoktur. Kolaylık dini diye buna derim.

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Deniz Teknolojileri Mühendisliği'nde yapılan bir araştırmada, "bir daha yapmazsan tövben kabul edilmiştir." bilgisine ulaşan her iki müslümandan birinin hafifçe gülümsediği, "ölmeden önce her şeye tövbe ederim lan nolcak" şeklinde düşündüğü ortaya çıkmıştır. Bu oranın Anadolu'da daha da yükseldiği, özellikle tahıl ambarı özelliği taşıyan coğrafyalarda yüzde 99'lara vurduğu sonucuna ulaşılmıştır. Kolaylık dediysek o kadar da değildir. Şu an araştırmaya üşendiğim bir kısım kaynaklarda, bu düşünceye cevaben "hadi leeyn" şeklinde metinler bulunabilir.

Tövbe, dinden bağımsız, sadece kişiye bağlı bir kontrol mekanizması olarak ele alındığında ise konuyla ilgili kaynak bulmak daha da kolaydır. Levent Yüksel'in "bi daha" şarkısı bile yeterince akademik bir belgedir. Buyrun:

oynaşır mıyım bi’ daha
kadın mı kız mı bi’ daha
ben ettim sen etme affet
bırakma beni bu karda kışta
bitti
geçti gitti tövbe
tövbe tövbe
tövbe tövbe
e tövbe e tövbe
dolaşır mıyım bi’ daha
o bar bu bar geceden sabaha
hadi kapat beni evlere at
dönersem eger koy kapıya
kalk gidelim
ele oh dedirtme
sevdigini kurda kuşa yedirtme
hadi gidelim kalk gidelim
bize gidelim eve gidelim
bi’ daha bi’ daha
tövbe e tövbe
a a ben mi sert erkegim
kanatsız bir melegim
dersimi aldım geldim
ver elini ayagını öpeyim
tırnagın bile olamaz
ben degil onlar yaramaz
bu hain sensiz yapamaz
kapıyı aç n’olur gireyim
kalk gidelim
ele oh dedirtme
sevdigini kurda kuşa yedirtme
hadi gidelim kalk gidelim
bize gidelim eve gidelim
bi’ daha bi’ daha
tövbe e tövbe
aklımı aldı başımdan
oldum eşimden arkadaşımdan
cehaletime gençligime ver
hadi geri sar al en başından
oynaşır mıyım bi’ daha
kadın mı kız mı bi’ daha
ben ettim sen etme affet
bırakma beni bu karda kışta
kalk gidelim
ele oh dedirtme
sevdigini kurda kuşa yedirtme
hadi gidelim kalk gidelim
bize gidelim eve gidelim
bi’ daha bi’ daha
tövbe e tövbe

Mayıs 14, 2007

Burp!

sidikli kontes: Tahin helvasi yerken gazoz icersek neden kopuruyoruz?

"Efendim bunlar münferit olaylardır." demek isterdim ama aslında fiziksel bir olaydır söz konusu olan. Daha çok bilinen örneği, kolanın içne atılan şekerin kolayı köpürtmesidir. Benzer şekilde mentos denen şeytan icadı ürün de kolanın içine atıldığında kolayı çılgınca köpürtür.

Gazlı içeceklerin aniden delicesine köpürmeleri bunun bir kimyasal değişim olduğunu düşündürebilir ama aslında gerçekleşen olay çözeltinin içindeki çözülmüş haldeki gazların, gaz fazına dönüp çözeltiyi terk etmelerinden başka bir şey değildir.

Şekerin buradaki görevi, gazların çözünürlük oranını değiştirmek değildir. Sadece, yapısı gereği gazların çözeltiden ayrılmasına yardımcı olur. Bol girinti çıkıntılı ve delikli maddeler, gazlı çözetilerdeki gazların fazına dönüşmelerini kolaylaştırırlar. Buradaki tanımı, "kapladığı hacme göre yüzeyi çok büyük olan maddeler" olarak özelleştirebiliriz.

Bu olay sadece şekerle değil, benzer yapıdaki tüm maddelerle rahatlıkla gözlemlenebilir. Kuru kumla bile gazoz köpürtülebilir. Tek fark kristal kolada yaşanır. Kristal kola mübarek bir içecek olduğu için köpürmez, abdestini bozmaz.

Ahmet Mithat Bey ve Julide Hanım

şura: 50.yıl marşının yazılma nedeni nedir?Hiçbir yerde bulamıyorum.

1975 yılının ekim ayında, 50. yıl lisesi müdür muavini Münir Bey odasında çayını yudumlarken "Yahu bizim okulun niye marşı yok?" diye düşündü. Bu düşüncesini okulun müdürü Ahmet Mithat Bey ile paylaştı. Müziğe ve özellikle de müzik öğretmeni Julide Hanım'a ilgi duyan Ahmet Mithat Bey konuyla yakınen ilgileneceğini belirtti.

Ahmet Mithat Bey, Julide Hanım'ın öğleden sonraki ilk boş saatinde konuyu Julide Hanım'a açtı. Julide Hanım da Ahmet Mithat Bey'e karşı boş değildi. Marş besteleme konusunda çok istekli olmaması ve kendisine güvenmemesine rağmen Ahmet Mithat Bey'i kırmak istemedi.

Mesai bitiminden sonra beraber çalışan ikili, üç hafta sonunda beste ve güfteyi sonlandırmıştı. Takip eden günlerde, Julide Hanım seçtiği on öğrenciyle beraber marşı çalıştı. Kasım ayının sonları geldiğinde marş hazırdı. Cuma akşamı yapılan bayrak töreninden sonra marş ilk kez bu on öğrenci tarafından kalabalık önünde söylendi:

Ellinci yıl lisesi
Gençliğin gür sesi
Julide Hanım'ın bestesi
Ahmet Bey'in güftesi

Ellinci yıl lisesi
Ulu önderin nefesi
Julide Hanım'ın bestesi
Ahmet Bey'in güftesi

Çok tırt bir marş olmuştu. Haftalarca beraber çalışan Ahmet Mithat Bey ve Julide Hanım marşla ilgilenmek yerine flört etmiş, marşı son haftaya bırakmıştı.

Ahmet Mithat Bey ve Julide Hanım 1976 yılının yazında evlendiler. Ankara Seyranbağları'nda bulunan 50. yıl lisesinin koridorlarında akşam saatlerinde bugün bile Ahmet Mithat Bey ve Julide Hanım'ın marş hazırlıkları duyulabilir. Ahmet Mithat Bey'in gür sesiyle söylediği sözlere Julide Hanım'ın naif solfeji eşlik eder.

Mayıs 13, 2007

su

alx: üstadım

buyrun benim.

alx: şimdi balın bozulmadığını biliyoruz. ve sütün de bozulduğunu biliyoruz. peki ballı süt bozulur mu? beni aydınlatırsan sevinirim.

Öncelikle buradaki "bozulma" olayını açığa kavuşturmak lazım. Balın bozulmaz diye bilinmesinin sebebi plazmoliz olayıdır. Hücreler, içinde bulundukları ortama uyum sağlama gayreti gösterirler. Bu uyumun ilk aşaması özkütle eşitleme gayretidir. Kendisinden daha yoğun bir ortamda bulunan hücre, içindeki sıvıyı (çoğunlukla suyu) dışarı vererek ortamın yoğunluğuna yaklaşmak ister. (Plazmoliz) Kendisinden az yoğun bir ortamda bulunan hücre ise ortamdaki suyu alarak kendi yoğunluğunu düşürmeye ve ortamın yoğunluğunu arttırmaya çalışır. (Deplazmoliz) Sonuç olarak, kendi yoğunluğundan çok farklı bir ortama konulan hücre ya susuzluktan kuruyarak, ya da çok su alıp patlayarak hücreler cennetini boylar.

İçinde mikroorganizma barındırmayan yoğun maddeler, kolay kolay bozulmazlar. Bal bunların en güzel örneğidir. Süt ise gerek protein deposu özelliği gerekse uygun yoğunluğu sebebiyle mikroorganizmalar için pek güzel bir yaşam alanıdır. Süt banyosunun konuyla uzaktan yakından alakası yoktur.

Ballı sütün durumu ise içindeki bal yüzdesine bağlıdır. İçinde birkaç kaşık bal bulunan bir bardak sütten bahsediyorsak, fazla vakit geçirmeden içmek en güzeli olacaktır. Bir kavanoz balın içine birkaç kaşık süt atıp homojen bir karışım elde etmeyi başarmış isek davranış tarzımız farklı olabilir. Bahsi geçen karışımı, salondaki sehpanın üzerine yerleştirip gelene gidene "Bozulmayan süt yaptım. Bakmayın renginin farklı gözüktüğüne." şeklinde caka satılabilir. Kına rengini yakalamış olan karışım, gerekirse başka amaçlar için kullanılabilir. Daha başka bölgelerin bozulması engellenmiş olur. Mutlu yarınlara doğru yelken açılır.

Mayıs 06, 2007

Çok Hızlı Yanıtlayalım

Çok soru birikmiş bir kaç tanesini birden yanıtlayayım.


Davud: Nick>>"Karanlık" Post headerını Roma Rakamlarından arındırsa Ne olur?

Böyle bir şey tanımlı değil malesef. Yalnız aynı kişinin romen rakamları kullanmadan yazdığı post'ları için (bkz : divadeiwob.blogspot.com)

igloo: lidyalıların bulduğu parayı kim kaybetti?

Lidyalıların buldukları parayı valla ben kaybetmedim.

pınar: TBMM'nin açılış süreci

144 IQ'ya sahip olmama rağmen (söylemesi ayıp, tam 144 tane var bende) anlamış değilim. Bunu bir çok farklı şekilde soru haline getirmek mümkün. Bence TBMM'nin açılışı sürecini merak etmektense "ne istediğini" öğrenmen daha faideli olur sanırım.

izumi: en iyi öğrenci derse gelmeyen, boş kağıt veren öğrenci midir?

En iyi öğrenci derse gidip boş kağıt veren öğrencidir. En iyi yardımcı öğrenci dalında ise derse gelmeyip dopdolu kağıt veren gelir. Derse gelmeyen ve boş kağıt veren öğrenci ise yaşam boyu başarı ödülünü kimseye kaptırmaz.

.: Ben aslında hangi soruyu sormak istiyorum?

Neden ne aradığını bilemeyen kişi hiçbir şey bulamaz?


ser, rumeysa ve ichi, sizin yanıtlarınız ayrı bir post olarak gelecektir, sabrın sonu selamet