Şubat 24, 2007

Yalancı Çoban

"Çoban: neden yalan söylemememiz gerekir? başka çıkar yolu var mıki bu işlerin. nası olacak bi el atıver"

demiş. Hemen elimi atıyorum.

Yalan söylemeyelim çünkü üzerinde ortak kararlara vardığımız yaşam sisteminde yalan gibi tüm planları bozan bir şey yaşamı oldukça kötü etkilemekte.

Başka çıkar yolu var.
10 Eğer susma hakkınız varsa onu kullanın.
20 Susma hakkınız yoksa bunu edinmeye çalışın.
30 Edinemiyorsanız gerçeğin bir kısmını söyleyin.
40 Hâlâ işe yaramıyorsa gerçeğin gereksiz kısımlarını söyleyin.

Bunlar da işe yaramıyorsa herhalde işkence ediyorlardır size. Tabi üçüncü ve dördüncü madde ler biraz problemli. Yalan söylemekten pek bir farkı yok bir yandan. Ama öte yandan çok büyük bir fark yaratıyor. Çünkü şair'in de dediği gibi "yalansız dönmüyor dünya" bir insan yalan söyleme durumunda bırakılabiliyor çoğu zaman. İstemediğimiz bir çok şeyi yapmaya mecbur kalışımız gibi. Yarattığı farkı söyleyecektim unutmadan diyeyim.


Yarattığı fark şu çoban kardeşim: Eğer yalan söylemezsen "söylediklerinin" hepsi doğru demektir.

Şubat 23, 2007

Sağım Sarımsak Solum Soğan

mehmet: neden sadrazamın sol taşağı derler? neden sol?

Uzun zamandır böyle yerinde bir soruyla karşılaşmamıştım. Anında cevaplayayım Mehmet Kardeş'in sorusunu.

Efenim kendini bulunmaz hint kumaşı zanneden, kendini olduğundan daha büyük gösteren, havalı, ve özellikle kendini "çok" şey zanneden kişiler için kullanılan bir kalıptır Sadrazamın Sol Taşağı (taşak yazılır ama okurken taşşak demek gerekir) Tabi ben çok kibar biri olduğum için hiç böyle demem. Testis derim karşımdaki erkekse. Kadınsa testicle derim ki İngilizce bildiğim belli olsun diye. Tabi bana "Monster's Ball'a gidelim" diyen sevgilime "ya nabıcaz canavarın taşşağını" dedikten sonra başıma gelenlerden sonra aldığım derstir bunun müsebbibi.

Efenim beyin kıvrımlarımda yaptığım ufak bir yolculuk sonrasında bir miktar fosforun da yardımıyla cevabı buldum. Sadrazamlar arasında yaptığım incelemeler sonrasında hipotezimi kanıtladım. İstatistiklerin sonuçlarının hepsinin anlamlı olduğunu belirtir ve sonucu söylerim:

Evrende iki gerçek vardır. İlki her şey yok olur. İkincisi ise testislerden biri her zaman diğerinden daha aşağıdadır. Sağlak insanlarda (ki bu yüzde 92'ye tekabül ediyor) sol, solak insanlarda sağ testis "gözle görülür şekilde" aşağıdadır. Tabi bunun sebebinin doğuştan değil sonradan kazanıldığını bir kaç örnekle açıklamaya çalışan Kürşat ve Kocakafa Emre'nin dediklerini buraya yazmam oldukça uygunsuz kaçacaktır.

Sadrazam olmanın da iki koşulu vardır. İlki adayın sakalına ak düşmüş olmasıdır. İkincisi de taharatini hiç sağ eliyle alamış olması yani sağlak olmasıdır. Bu sebeplerden ötürü tüm sadrazamlar sağlaktır ve sol testisleri de daha aşağıdadır. Daha ağır olan sol testis de ağırbaşlılığın, azametin, ululuğun simgesi oluvermiştir.

Bu aslında bir övgü olarak başlamışken geçen yüzyılla birlikte kötü anlamlarda kullanılmıştır. O yüzden bu gidişe bir dur deyip 23 Şubat'ı Sadrazamın Sol Taşşağı'nı kutlama günü ilan ediyorum.

Şubat 15, 2007

Çilingir Sofrası Virüsleri

Alx: Bilgisayar virüsü üretenler böyle olsun mu? Sorarım size. Ha, olsun mu?

ve

Alx: Çilingir sofrasına neden çilingir sofrası denir? Benzer şekilde nalbur sofrası, hırdavatçı sofrası gibi versiyonlar da üretilebilir mi?

diye sormuşlar. Vakit kaybetmeyelim ve yanıtlayalım.


Öncelikle bilgisayar virüsü üreten böyle olsun mu derken sanırım Alx kardeşimiz başka şeyleri ima ediyor. Kendisini kını kını kını kınıyorum ve kendisinin bilgisayar virüslerine müstehak birisi olduğuna kanaat getiriyorum. Tabi principle of charity bize böyle şeyler düşünmememiz gerektiğini söyler ama ben bu riski alıyorum.

Bilgisayar virüsü üretenler böyle olmasınlar. Ayıp sitelere girerseniz tabi bulaşır. Bin tane mail grubuna üye olursanız gene bulaşır. Crack'li programlar kullanırsanız gene bulaşır. O yüzden bilmiyorum, bu bilgisayar dünyasında hepimiz suçluyuz zaten, virüsleri yazanlar da suçlu ama olsun, önce kendimize bakalım.

---------------------------------------


Çilingir sofrası muhabbeti biraz enteresan. Ben küçükken "Bugün" diye bir gazete alırdık. Televizyon veriyordu o yüzden. Hala da onu kullanırız. Neyse efenim, orada hep sosyete haberleri olurdu sağ alttaki sıcaklamış hanfendi dışında. Oradaki haberlerin birinde görmüştüm. Kaya Çilingiroğlu New York'a giderken uçakta "Çilingir Sofrası" kurmuş. Vay dedim, bak sen dedim. Adama bak dedim. Sonra başka yerlerde de bu lafı duyunca Kaya dedim, ulan dedim, ne adammışsın dedim. Helalolsun dedim.

Sonra büyüdüm, aldatılmış hissettim.

Kazın ayağı öyle değilmiş. Çilingir sofrası eskiye dayanıyormuş. Ama önceden Çeşnigir'miş. 1922'de Saltanat'ın kaldırılmasıyla tüm çeşnicibaşılar işlerinden oldukları için kelime değişmiş. Çilingir olmuş. Zaten yaptığım araştırmalar sonucu Çilingiroğlu ailesinin köklerinin Saray'a dayandığını da öğrenmiş durumdayım.

Neden çilingir diye soracak olursanız.. Ne? Sormuyor musunuz? Peki o zaman, ben de anlatmıyorum o halde.

Yalnız bir not olarak şunu diyeyim. Nalbur sofrası, hırdavatçı sofrası olamaz çünkü Nalburcu Sofrası ve Hırdavat Sofrası vardır, doğruları da bunlardır.

Sevgileri, saygılar...

Şubat 08, 2007

Okunduğu Gibi Yazılma

meraklı izleyici: türkçegerçektendeyazıldığıgibiokunanbirdilmidir? türkçedışındayazıldığıgibiokunanbaşkabirdilvarmıdır? varsahangidildir? yoksanedenyoktur?

yani,

Türkçe gerçekten de yazıldığı gibi okunan bir dil midir? Türkçe dışında yazıldığı gibi okunan başka bir dil var mıdır? Varsa hangi dildir? Yoksa neden yoktur?

Bir taşla iki kuş vurayım ve ilk cümleye "HAYIR" diye yanıt vererek ikinci soruyu da yanıtlamış olayım, 3. ve 4. soruları da yok sayayım.

Türkçe yazıldığı gibi okunan, okuduğu gibi yazılan bir dil değildir. Çoğunlukla öyledir gerçi. Olmadığı durumlara örnekler bulalım:

"Ooo kızım ya, eve atıp da ondan sonra münasebete girmemek olur mu?" Mozart'ın karısına yazdığı bir mektuptan alıntıdır (yalanım varsa iki gözüm)

Fark ettiğiniz üzere "atıp da" diye yazığımız halde konuşma dilinde bunu aynen "atıpta" diye okuruz. "atıp da" diyorsanız yanlış diyorsunuz.

"Bu şerefsizlerin hepsini alıp sikeceğim, anca öyle akıllanırlar." Polat Alemdar - Kurtlar Vadisi

Gene fark ettiğiniz üzere "sikeceğim" demek ayıp, Türkçe'ye bir ayıp öncelikle. "Sikicem" denir. Doğrusu budur, "sikeceğim" diyenleri bu kararlarından önce gülerek vaz geçirmeye çalışın. Baktınız işe yaramıyor o zaman yöntem kendi içinde saklı.

Kelimeden harfe inelim. Harfler bile yazıldığı gibi okunmuyor ki bu dilde. E harfi mesela. Bunun açığı var kapalısı var. Hatta bu açık kapalılık o kadar fark ediyor ki mutlaka eldiven, annem ve benzeri kelimeler kullanırken kulağınızı KediKadın gücünde tırmalayan birileri olmuştur.

Bir dil için sanırım hiçbir önemi yoktur yazıldığı gibi okunmanın. 8 harf yazıp 4 harfi okuyan Fransızlar da var, sesli harf yazmayan Araplar da var. Biri kağıt ve mürekkep israfı yaparken diğeri ne yapıyor bilmiyorum. İyi seyirler, bi yere bağlayamadım.

Armudun İyisi

Ragnar: Armut hakikaten gaz alır mı? Yüzücülerin gaz sebebiyle yarış kaybettiği doğru mudur? Yüzücüler için Rezene çayı - armut diyeti var mıdır? Bir de balıktan sonra neden helva önerilir?


Çok boşladığımızdan olsa gerek Ragnar kişisinin çok mühim sorusunu da cevaplayamadık. Affettirmeye çalışalım kendimizi.

Efenim öncelikle armutun kimyasına inmek lazım. Kimya bilimlerin en güzeli en safıdır. Candır, canandır. Fizik, Biyoloji, Matematik, Astronomi yan dallarına sahiptir. Her şeyin teorisi onda saklıdır.

Armut meyvesi (ağacı da var bunun) karpuzdan sonra en çok su oranına sahiptir. Kaktüsün meyvesi olsa bile onu geçemez. Hem susuzluğunuzu gidermek hem de iki dakikada bir çişe gitmek istemiyorsanız sizin için bire birdir. Bunun yanında potasyum kaynağı olarak muzdan sonra en zengini gene armuttur. Ayrıca içerdiği yüksek (% 2-4) lif oranıyla tam bir bağırsak dostudur. Yani böyle ulvi bir meyve zor bulunur. Hem sinir hem de sindirim sistemine çok iyi gelen bu meyvenin pek de bilinmeyen bir özelliği ise uzay mekiklerinde ve denizaltılarda kullanılan tek meyve oluşudur. Bunun sebebi elbette oksitlenme özelliğinin çok yüksek olması sebebiyle ( 7.5 nanokilo/saniye) bağırsaklarda metan gazının üretiminin neredeyse sıfırlamasıdır. Ayrıntılara inmeye gerek yok, armudu yeyin reaksiyonunu sormayın.

Zaten hiç osuran ayı diye bir şey duydunuz mu?

Tabi bu cevabı geç vermemdeki en önemli etken 1 haftadır uyguladığım lahana, kuru fasulye ve armut diyetinin sonuçlarını beklememdi. Hatta dünkü 13 saatlik otobüs yolculuğundan önce her zamankinin iki katı yemiş olmama rağmen en ufak bir sızıntı olmadan yolculuğu tamamladım.

Sorunun ikinci kısmı için şöyle diyebilirim, yüzücüler pek kullanmasa da dalgıçların dalmadan önce iki armut yemelerinin en önemli sebebi estetik kaygılar. Düşünsenize, 1 mol metan gazı 16 gramdır ve 20 litre (19 litrelik damacanaları düşünün) yapılan araştırmalarda bir seferde ortalama bir erkek 7, ortalama bir kadın ise 4 gramı salmakta dışarı. Denizin dibinde 5 litrelik bir baloncuk(!) çıkaran bir kadın ne kadar saygı görür yukarıda tahmin edebilirsiniz. İlk zamanlar zaten yukarı çıkmayı reddeden, "yok ben burada iyiyim, sarhoş gibiyim" diyenler olmuş ama sonunda armut mucizesi yardıma yetişmiş.

Balıktan sonra helvanın yenilmesinin sebebi deniz ürünlerinden gelen fosforun çok ucucu olmasından ötürü fosforu, glikozla bağlamak, onu hücrelere taşıyabilmektir. (yersen)