Ekim 09, 2006

Sabah Şekerleri

Alx: rutubetlenmiş şekeri eski haline döndürmek mümkün müdür? Yoksa atalım mı?

Rutubetlenmiş şekeri eski haline döndürmek mümkündür. İstedikten sonra her şey mümkündür. Önemli olan niyettir.

Cevabı tam randımanlı verebilmek için öncelikle şekerin eski haline karar vermek gerek. Eski halinden kasıt rutubetsiz hali ise, işiniz çok kolay. Yok, eğer eski halinden kasıt pancar hali ise, işiniz daha da kolay. İkisinin de nasıl gerçekleştirilebileceğini en ince ayrıntılarıyla anlatacağım.

Rutubetlenmiş şekeri rutubetsiz haline döndürmek için birkaç yol mevcuttur. Genel olarak amaç, şekeri daha sonra ayrılabilecek şekilde, nemi çeken bir gıda maddesiyle karıştırmaktır. Bunlardan en uygunları ekmek ve pirinçtir. Serilmiş şekerin üstüne konulan ekmek dilimi şekerin nemini alır. Pirinç de şekerle karıştırılınca nemi gayet güzel toplar. Şekerle pirinci ayırma işlemi, uygun bir süzgeç veya çelik gibi sağlam sinirlere sahip bir vatandaş vasıtasıyla yapılabilir.

Rutubetlenmiş şekeri şeker pancarına çevirmenin yolları ise çok çok daha kolaydır. Bütün bu yolları, tam bu anda trt fm’den canlı olarak dinleyebilirsiniz.

Rutubetlenmiş şekeri atmanın kime ne faydası olur onu bilemem. Sert değil ki atınca can yaksın. Rutubetlenmiş şekeri atmayın, çocuklar şeker de yiyebilsinler.

Ekim 03, 2006

Ayşe'nin Çocukları (Soru)

buket: ayse`nin 3 cocugu var. yaslarinin carpimi 36, yaslarinin toplami ayse`nin kapi numarasi. ve son olarak en kucuk cocugu kizi. Cocuklarin yaslari kactir sizce evren beyim : )

diye sorulmuş.

Öncelikle "yanlış sorularınızı itinayla doğru yanıtlayan" sitemiz bu soruyu düzelterek cevaplamayı boynumuzun borcu olarak bilir.

Soru şöyle:

Ayşe: Benim üç çocuğum var ve bunların yaşlarının çarpımı 36 ediyor.
Ben: Güzel ama bu soruyu çözmeme yetmez.
Ayşe: Aynı zamanda yaşlarının toplamı bizim evin kapı numarasına eşit. Biliyorsun değil mi kaç olduğunu.
Ben: Evet biliyorum ama bu gene yeterli gelmedi.
Ayşe: Tamam o zaman, 3. ve son ipucunu veriyorum: En küçük çocuğum bir kız.
Ben: Hah, buldum şimdi!!!!

Soru: Ayşe'nin çocuklarının yaşları nedir?

Şimdilik sadece soruyu düzeltelim. Sonra cevaplarım eğer okuyuculardan biri bulamazsa.


İpucu: Buket'in sorduğu haliyle tartışmaya açık bir soru. İki soru arasındaki farkı düşünmek yardımcı olabilir.

"Kim?"lik

klipır love: (kayıt) kütüğüyle kafa kağıdı aynı şey midir? insanın kimliğini belirleyen nedir?

Kayıt kütüğü ile kafa kağıdı aynı şey değildir. Kayıt kütüğü, birçok kayıtın toplandığı bir kütüktür. Bu kayıtların nüfusla ilgili olmasına gerek yoktur. Kayıt edilebilir bilgiler olması yeterlidir. Nüfus kütüğü ise ailenin, eşin, dostun her türlü doğum, ölüm, evlenme, boşanma, çocuğu koyma türü eylemlerinin kaydedildiği kütüktür.

Kafa kağıdı, nüfus cüzdanıdır. Mavi ve pembe renkte olabilen; T.C. kimlik no, soyadı, adı, baba adı, ana adı, doğum yeri, doğum tarihi, medeni hali, dini, kan grubu, il, ilçesi mahalle-köy, cilt no, aile sıra no, sıra no, verildiği yer, veriliş nedeni, kayıt no, veriliş tarihi ve önceki soyadı haneleri olan; PVC kaplı; kimlik de denilen bir belgedir. Ehliyet alındığı zaman otoritesi sarsılır ama cüzdanın reisi hep kafa kağıdıdır.

Her ne kadar kafa kağıdına kimlik dense de, insanın kimliğini kafa kağıdı belirlemez. Kafa kağıdı, bir belgeden, formaliteden fazlası değildir.

İnsanın kimliğini belirleyen, genleri ve çevresidir. Anneden ve babadan gelen genler, mutasyonlarla çeşitlenerek insanın hammaddesini oluşturur. Geçen yıllar boyunca sosyal çevre bu hammaddeye şekil verir. Genlere yontulmamış taş, sosyal çevreye ise heykeltıraş gözüyle bakılabilir. Genler, taşın renk, sertlik, esneklik, kırılganlık gibi özelliklerini belirlerken; sosyal çevre, heykeltıraşın ustalığını, zevkini, elinin hafifliğini temsil eder.

Heykeltıraş ilk yıllarda sadece anne babadır. Bu durum, dolaylı olarak gebelik süresiyle de ilgilidir. Yanlışlıkla belgesel izleyenler bile görmüşlerdir: Yeni doğan bir canlının ilk derdi ayakları üzerinde durabilmektir. Bunu başarabilirse yaşama şansı olur. Kanguru yavruları doğduklarında parmak kadardırlar. Bu halleriyle bile annelerinin vücutlarından ayrılmadan kesenin girişine kadar tırmanırlar ve kendilerini içeri atarlar. Bu sırada anne kanguru yavrulara yardımcı olmaz, onları keseye sürüklemez ya da işlerini kolaylaştırmak için amuda kalkmaz. İnsan yavrusu böyle değildir. Güçsüzdür, bakıma muhtaçtır. Annesinden kopmamak için arada köprü bile kurmuştur. İnsanın gebelik süresinin kısalığı, doğan yavrunun ayakları üzerinde duramayacak, kendini besleyemeyecek kadar zayıf ve aciz olmasının sebebidir. İşte bu yüzden, insan, doğduğu andan itibaren ilgi görmeye, bir nevi yontulmaya başlar. Buna muhtaçtır. İlk yıllar bu yontma işleminin en çok olduğu, taşın ciddi anlamda şekil almaya başladığı zamanlardır. Genlerin anne babadan geldiği de hatırlanırsa, kimliğin aslında büyük ölçüde anne baba tarafından ortaya çıkarıldığı görülebilir. Ailesiz ya da aileden uzak büyümek, kimlik üzerinde ailenin etkisini azaltsa da asla bu etki yok sayılamaz.

Yıllar geçtikçe heykeltıraşa yeni kollar eklenir. Eş, dost, hısım, akraba, arkadaşlar, eğitimciler “insan” şeklindeki kollardır. Öte yandan, okunanlar, dinlenenler, izlenenler, tadılanlar, hissedilenler de yontma işlemine katkıda bulunan tecrübelerdir. Bu tecrübelerle, insan kendi kendini bazen cillop gibi yontarken bazen bunu beceremez.

Yontma işlemini kararında bırakmak gerekir. Fazla yontmamak heykeli ham bırakır, köşeleri sivri olur, çevresine batar. Yıllar geçtikçe yontmak zorlaştığından, belli bir süre sonra yontmaya çalışmak zor olur, acı verir. Gereğinden fazla yontmak ise heykeli zayıflatır. Ufak rüzgarlarda bile devrilebilecek hale getirir. Heykelin en iç kısımları sıvıdır. İnsanın değil en yakınına, çoğu zaman kendisine bile itiraf etmediği, edemediği en pis, aşağılık, hastalıklı düşünceleri bu sıvının içindedir. Sıvının dışarı sızmaya başlaması büyük tehlikedir. Bu tip bir çatlak kolay kolay kapatılamaz. Fazla yontmanın bir riski de budur.

İnsanın “kim”liğini, özünü aldığı anne babası ve ona şekil veren çevresi belirler. İnsanın “kim?” olduğu yıllar süren bir şekil verme işlemi sonucu ortaya çıkar ve bu sorunun sabit bir cevabı yoktur.

Ekim 01, 2006

Überseksüellik -ve kısmen trend dediğimiz şey- hakkında

"Bu yeni überseksüel diye bişi çıktı. Daha önce de kısaca değinmiştiniz. Biraz daha açıklayıcı bir cevap verebilir misiniz? Kimler Überseksüeldir? Überseksüel olmak için ne yapılmalıdır?"
diye sorulmuş...

Evvela sözcüğümüzün etimolojik kökenine bakalım... ama hiç gerek yok zira überseksüel gayet açık bir laf. Überseksüellik fenomeninin ortaya çıkışına baktığımızda "post-metroseksüalizm"e dikkat etmek gerekiyor. Bilindiği gibi ilk olarak "metroseksüel" denen bir takım adamlar, bu isimlendirme sayesinde kendi varoluşlarına görsel bir anlam kazandırma imkanı buldu. Ve hatta zamanla bu adamlar bir metroseksüalizm ideolojisi suretinde yüceltildiler. Ancak "piyasa ekonomisi herkesin mutluluğunu ister !" ve birilerinin metroseksüellik adı altında başkalarına nazaran fazla prim yapması, o başkalarını mutsuz ettiğinden piyasa ekonomisi tüm überkahramanlığını takınıp bu boynubüküklere "überseksüel"lik şerefini bahşetti.

Bu noktada Marian Salzman adlı trendspotter -hatta trendgoddess- The Future of Men adlı başyapıtıyla überseksüel kavramını yaratarak, metroseksüelliğin psikolojik gazabından bunalan bünyelere çare oldu. Ancak şunu da itiraf etmek gerekir ki "überseksüellik" aslında 5 gram akla sahip olan ve bu 5 gram aklını trendsetterlığa vakfetmiş herkesin uydurabileceği bir laf.
Peki ya kimdir überseksüel? (soruyla heyecanlı bir geçiş filan)

Überseksüellik kavramı ABD'de doğduğu için konuyla ilgili pek tuttuğum bu tanımı İngilizce vermekte (Urban dictionary'den namussuz bi intihal yapmakta) mahsur görmüyorum: "Ubersexual is a male who is similar to a metrosexual but displays the traditional manly qualities such as confidence, strength, and class - leaving no doubt as to his sexual orientation" (Bilhassa Türkçe'ye çevirmiyorum. Nitekim Türkçe'nin, trendleri algılatmamaktaki yetersizliği hepimizce malum) Meselenin özünde, metroseksüellikten gelenekçi ve klasik erkeğe doğru yaklaşan bir adam tanımlama isteği yatıyor. Bunda başlıca kaygı da muhtemelen meteroseksüelliğin içinde fazlaca yer alan "homoseksüellik şüphesi"ni bertaraf etmek.

Überseksüel'in gözümüzde canlanması için çabalayan Sayın Salzman'ın, geçtiğimiz ayarda Türkiye'ye gelip kendi elceğizleriyle "überseksüel" seçtiğini müjdelemek istiyorum. Kendisi Cem Boyner, Beyaz ve Rutkay Aziz'i de içeren bi Türk überseksüeller listesi yapmış. (Fakat listede Nihat Doğan yokmuş. Üzülmesin yakında onu da içeren yeni bir kavram ortaya atılır.)

Gelelim überseksüel olmak için ne yapmak gerektiğine... Hiçbir şey. Çünkü bir adam ya überseksüeldir ya da değildir. Değilse de üzülmesin çünkü yakında onun da "vay be tam da benden bahsediyor" diyeceği yeni bir kavram ortaya atılır. Kapitalizm, bu gibi mevzularda, müritlerini çaresiz bırakmayacak kadar bonkördür.