Ekim 03, 2006

"Kim?"lik

klipır love: (kayıt) kütüğüyle kafa kağıdı aynı şey midir? insanın kimliğini belirleyen nedir?

Kayıt kütüğü ile kafa kağıdı aynı şey değildir. Kayıt kütüğü, birçok kayıtın toplandığı bir kütüktür. Bu kayıtların nüfusla ilgili olmasına gerek yoktur. Kayıt edilebilir bilgiler olması yeterlidir. Nüfus kütüğü ise ailenin, eşin, dostun her türlü doğum, ölüm, evlenme, boşanma, çocuğu koyma türü eylemlerinin kaydedildiği kütüktür.

Kafa kağıdı, nüfus cüzdanıdır. Mavi ve pembe renkte olabilen; T.C. kimlik no, soyadı, adı, baba adı, ana adı, doğum yeri, doğum tarihi, medeni hali, dini, kan grubu, il, ilçesi mahalle-köy, cilt no, aile sıra no, sıra no, verildiği yer, veriliş nedeni, kayıt no, veriliş tarihi ve önceki soyadı haneleri olan; PVC kaplı; kimlik de denilen bir belgedir. Ehliyet alındığı zaman otoritesi sarsılır ama cüzdanın reisi hep kafa kağıdıdır.

Her ne kadar kafa kağıdına kimlik dense de, insanın kimliğini kafa kağıdı belirlemez. Kafa kağıdı, bir belgeden, formaliteden fazlası değildir.

İnsanın kimliğini belirleyen, genleri ve çevresidir. Anneden ve babadan gelen genler, mutasyonlarla çeşitlenerek insanın hammaddesini oluşturur. Geçen yıllar boyunca sosyal çevre bu hammaddeye şekil verir. Genlere yontulmamış taş, sosyal çevreye ise heykeltıraş gözüyle bakılabilir. Genler, taşın renk, sertlik, esneklik, kırılganlık gibi özelliklerini belirlerken; sosyal çevre, heykeltıraşın ustalığını, zevkini, elinin hafifliğini temsil eder.

Heykeltıraş ilk yıllarda sadece anne babadır. Bu durum, dolaylı olarak gebelik süresiyle de ilgilidir. Yanlışlıkla belgesel izleyenler bile görmüşlerdir: Yeni doğan bir canlının ilk derdi ayakları üzerinde durabilmektir. Bunu başarabilirse yaşama şansı olur. Kanguru yavruları doğduklarında parmak kadardırlar. Bu halleriyle bile annelerinin vücutlarından ayrılmadan kesenin girişine kadar tırmanırlar ve kendilerini içeri atarlar. Bu sırada anne kanguru yavrulara yardımcı olmaz, onları keseye sürüklemez ya da işlerini kolaylaştırmak için amuda kalkmaz. İnsan yavrusu böyle değildir. Güçsüzdür, bakıma muhtaçtır. Annesinden kopmamak için arada köprü bile kurmuştur. İnsanın gebelik süresinin kısalığı, doğan yavrunun ayakları üzerinde duramayacak, kendini besleyemeyecek kadar zayıf ve aciz olmasının sebebidir. İşte bu yüzden, insan, doğduğu andan itibaren ilgi görmeye, bir nevi yontulmaya başlar. Buna muhtaçtır. İlk yıllar bu yontma işleminin en çok olduğu, taşın ciddi anlamda şekil almaya başladığı zamanlardır. Genlerin anne babadan geldiği de hatırlanırsa, kimliğin aslında büyük ölçüde anne baba tarafından ortaya çıkarıldığı görülebilir. Ailesiz ya da aileden uzak büyümek, kimlik üzerinde ailenin etkisini azaltsa da asla bu etki yok sayılamaz.

Yıllar geçtikçe heykeltıraşa yeni kollar eklenir. Eş, dost, hısım, akraba, arkadaşlar, eğitimciler “insan” şeklindeki kollardır. Öte yandan, okunanlar, dinlenenler, izlenenler, tadılanlar, hissedilenler de yontma işlemine katkıda bulunan tecrübelerdir. Bu tecrübelerle, insan kendi kendini bazen cillop gibi yontarken bazen bunu beceremez.

Yontma işlemini kararında bırakmak gerekir. Fazla yontmamak heykeli ham bırakır, köşeleri sivri olur, çevresine batar. Yıllar geçtikçe yontmak zorlaştığından, belli bir süre sonra yontmaya çalışmak zor olur, acı verir. Gereğinden fazla yontmak ise heykeli zayıflatır. Ufak rüzgarlarda bile devrilebilecek hale getirir. Heykelin en iç kısımları sıvıdır. İnsanın değil en yakınına, çoğu zaman kendisine bile itiraf etmediği, edemediği en pis, aşağılık, hastalıklı düşünceleri bu sıvının içindedir. Sıvının dışarı sızmaya başlaması büyük tehlikedir. Bu tip bir çatlak kolay kolay kapatılamaz. Fazla yontmanın bir riski de budur.

İnsanın “kim”liğini, özünü aldığı anne babası ve ona şekil veren çevresi belirler. İnsanın “kim?” olduğu yıllar süren bir şekil verme işlemi sonucu ortaya çıkar ve bu sorunun sabit bir cevabı yoktur.

Hiç yorum yok: