Eylül 27, 2006

Gerçeklik Duygusu

Searle: dış dünyanın gerçekliğinden emin olamadığımıza göre ne yapsak yeri midir?

diye sormuş...

Öncelikle çok teşekkür ediyorum, siz sormasaydınız ben yanıtlayacaktım. Şimdi bu gerçeklik dediğimiz şey.. Ehem.. Iıı, ben bu soruya evde bakayım, çok kolay bir yolu olmalı. (vakit kazanmak için yapılan öğretmen ayakları...) Neyse hep beraber düşünelim. Böleyim, parçalayayım özünden uzaklaştırıp öyle yanıtlayayım...

Öncelikle bırakın dış dünyayı, kendimizin gerçekliğinden bile şüphe etmemiz gerekiyor. Fransız bir yüzbaşı (ya da neyse artık, ben ona yüzbaşılığı yakıştırdım) buradan yola çıkıyor. Nereye vardığı çok önemli değil ama gerçeklikten, varlıktan emin olabilmemiz için bir şeye inanıyor olmamız gerekiyor. Daha önceleri on binlerce kez söylediğim gibi bilim dahi "gerçeklik" hakkında konuşmaz, onu felsefenin sınırları içinde bırakarak yoluna daha güvenilir ve emin adımlarla devam eder...

"Gerçeklik nedir?" sorusuna yanıtım yok benim, başkalarının varsa bile bu elbet bir yerde takılıp kalmaya mahkumdur. Felsefeciler bu konu hakkında düşünüyorlar(dı), naçizane fikrim ise anca düşünerek bu yolda ilerleyebileceğimizdir. Bunun sebebi "akıl"a verilen önemdir. Sonuçta akıl değil midir bize bir çok sorunun cevabını veren... Tabi ne de olsa başlangıç noktamız olan akıl yanında bir çok problem de getirmektedir. Ama salak değiliz, bunun farkındayız. Sonuçta yaptığımız olabildiğince gerçeğe yakın bir tanım yapmak. Zaten hapsolduğumuz bu üç boyut içinde oldukça ilerlediğimizi söyleyebilirim insanlık olarak. Ayrıca her zaman bir hata payı vardır ve bunun böyle olacağını Schrödinger'in Kedisi'nin sahibi ispatlamıştı. (evet çarpıttım, bilimsel bir gerçeği bağlamı dışında kullandım, özür dilerim) Ayrıca aklı kullanarak yapacağımız her açıklama da akıl konusunda bize yanlış bilgiler verme ihtimalini yüzde yüz taşıdığı için zaten ohohoho... Uğraş babam dur. (evet tekrar çarpıttım, matematiksel bir kanıtı Gödel'i mezarında ağlatacak kadar yanlış uyguladım, ikinci kez özür dilemek anlamsız)

Soruya geleyim bu kadar bik bikten sonra izninizle. Öncelikle emin olmamız gerekmiyor. Şöyle ya da böyle bir şeyler biliyoruz. Emin olma konusu zaten başlı başına bir problem. Yere bıraktığımız kalemin düşeceğinden emin olamayız. Deneyin görün... Kalem düşerse şanşlısınız demektir. Bunu ben değil fizik bilimi ve olasılık söylüyor. Yarın öbür gün tavana çarparsa da şaşırmayın sonra...

Geriye ne kaldı? Ne yapsak yeri mi? Değil malesef. Ahlak dediğimiz (kimilerine göre ahlaksızlık olan kavram) kavram burada devreye giriyor. Değişik ahlak görüşleri, anlayışları var elbette ama hepsinin temel noktası zorunlusu olmadığımız durumlardaki davranışlarımızı belirlemek. Mesela sorumluluk böyle bir şey. Sorumsuzluğun bir cezası yoktur çünkü sorumlu olmamız için genel geçer bir zorunluluk yoktur. Eğer sorumsuzluğumuz dolayı bir şey olursa cezalandırır bizi yargı. ( Nobel ödülü kazanan matematikçiler gibi, onlar da matematikte attığı adımlardan değil de bunların ekonomiye, fiziğe vs katkısı oldursa anca nobel ödülü alıyorlar - hem de kendi uğraşları adına değil uygulamanın olduğu dalların adına...)

Ne yapsak yeri değildir, olamaz zaten. Bilmemek de mazeret olamaz. 30'lu yıllarda Nazi Partisine üye olup 45'ten sonra "ya biz bilmiyorduk bu katliamların yapıldığını, öyle olsa destek vermezdik" demek okkalasından bir "hassiktir ordan"ı beraberinde getirir. Bu yüzden dikkatli ve solduyulu davranmak gerekiyor. Gerçeğin ne oldu bilme! Kim biliyor ki zaten???

Eylül 24, 2006

Uzay Zaman

basilicum: büyücüler, sihirbazlar ve cadılar nerede yaşar?

diye sormuş...

Öncelikle üzülerek söylemeliyim büyücü ve cadı diye bir şey gerçek dediğimiz o belirsiz kavram içinde yer bulamamış, henüz tanımlanamamış kavramlar. Ama sağolsun Engizisyon o kadar çok insanı işkenceden geçirip yaktı ki ortaçağ ve yeniçağda zaten olsalardı bile çoktan köklerine kibrit suyu dökülmüştü.

Büyücülük ve cadılık tüm Avrupa'yı kasıp kavuruyordu ancak nedense 1600'lü yılların başında aydınlanma hareketinin başladığı Hollanda'da son cadı yakıldı. Diğer ülkeler de bunu takip ettiler tabi dallama İngilizler 1830'a kadar devam etmişler. ( Yakıştıramadım onlara diyemem. )

Afrika'da Amerika'da büyücüler daha çok tıp ve din insanları olarak yaşamlarını sürdürüyor ve saygı görüyorlardı. Onların satrancında bizim Vezir, Avrupalıların Kraliçe dedikleri taş herhalde olsa olsa Büyücü olurdu...

Cadılara geri gelirsek onlarda cadı diye bir kavramın olduğunu sanmıyorum. Ünlü antropolog, yakın arkadaşım Jared Diamond'la yaptığımız muhabbetler sonucu öğrendim ki o uygarlıkların Şeytan pek işleri olmadığı için onun işbirlikçisi diye yaftalanan cadılar da kadro bulamamışlar ve bir cadılık müessesesi oluşmamış onlarda. Yukarı da belirttiğim gibi onlar aynı bokun lacivertine Büyücü deyip maaş bağlamışlar ehlileştirmişler.

Sihirbazlar ise her yerdeler, Claudia Schiffer'la yatağındaydı mesela biri uzun yıllar boyunca. Bir diğeri yıllarca Abdullah'ın yol arkadaşı oldu (bu arada günün bilgisi: Mandrake çizgi romanları aslında Abdullah'ın hikayeleridir nasıl Holmes'unkiler aslında Watson'ın hikayeleriyse...

Haftaya aynı gün aynı saatte tekrardan görüşmek üzere...
Howard Stern
Not: Howardcığıma çok teşekkür ederim bu zor günümüzde bize cevabıyla yardımcı olduğu için. Çok yaşa e mi?

Eylül 19, 2006

merak kimi(ni) öldürür, kimi(ni) ha böyle yapar

alx kişisi soruyor: muhterem hocam (teveccühünüz, teveccühünüz....) "Ya x-files da ki mulder a ne oldu? Çok merak ettim de..." beter pan kişisi yanıtlıyor: merak kediyi öldürür.

şimdi bu fox mulder abimiz aslen baba tarafından erzurum'lu olup tee 1894'te siyasi -yoksa dini miydi- nedenlerle abd'ye iltica etmiş. tabi o zamanlar dinle siyaset aynı kurum dahilinde. bunlar böyle uzaylıydı muzaylıydı çok meraklı bir aile... gökyüzünden gelenleri seyre dalıyormuş büyükdedesi. lakin bizim kalın kafalılar uzayda hikmet olabileceğini düşünememişler. köyde laf etmişler olmamış. hocaya yollamışlar yetmemiş... en sonunda cinciye yollamışlar dede mulder'ı. cinci zincirlemelerini söylemiş. meğer cin girmiş buna. bak bak bak... dede mulder'ı kim amerika'ya yollamış bilin bakalım...

mulder adı da aslında köyde bunların lakabı olan "mundargiller"den geliyor. (bana da iyi saatte olsunlar söylemedi.) bunlar amerika'ya yerleşince adlarını "mulder"a çevirmişler. abd'de rémy mulder adını alan büyükdede remzi mundargil bir dükkan açıp arkasındaki odada gg-78 teleskobuna eklediği o560 watts'lık edison mumla(n) eski ilişkilerini sürdürmüş.

neyse... bilmemkaçıncı nesil erkek torunu, ailenin -kayıtdışı sektörler nedeniyle- bağlarını koparamadığı erzurum'daki -tavukların belalısı- tilkilerden esinlenmesi sonucu "fox" adını almış ve yükseklisansı bitirdikten sonra -halaoğlunun torpiliyle- efbiayda işe girmiş. sonrası bildiğiniz hikaye...

-

yakın zamanda torun murdar kayboldu -diye manşet bile atamadı gazeteler. çünkü zaten paranoid-şizofrenik bir tip olduğunu söylüyor efbiay'daki mesai arkadaşları -hele de gözü yaşlı lavuklusu scully ki o da aslen sicilya kökenlidir ve benim bi arkadaşımın yengesinin teyzesinin halaoğlunun karısının anneannesinin teyzesinin torununun anne tarafından kuzenidir. murdaroğlu fox mulder o hüzünlü bakışlarıyla tefekküre dalmışken ücretli emekten informel sektöre kayıtsız ama sabunlanmış bir geçiş yaptı. "şimdi adını ağzına alan olmayacak. ama murdaroğlu fox mulder'ı merak ediyorsanız sayın alx, gündoğumunda saat 324.78.6540987 ile 314.71.45876 arası gözüken gri güneşi arayın. o size oradan el sallıyor olacak" diyor skulli efbiay duvar gazetesine bıraktığı yavru keçilere aile aradığı ilanda.

Eylül 15, 2006

SUPERMAN/UBERMENSCH üzerine

"süpermen niçin süperdir?"
diye sorulmuş...

Nietzsche, wille zur macht (güç iradesi) kavramını şekillendirerek hem felsefesinin -kendisinden sonra gelenlerce- en çok dikkat çekici bulunan kısmını oluşturmuş hem de kendi nazarındaki üstünlük tasarımını ortaya koymuştur. ÜBERMENSCH –üst(ün)insan- her türlü zaruretten arınmış, hiçbir şeyi ters-yüz veya başaşağı etmekten çekinmeyen insandır.

Nietzsche’den 30/40 yıl sonra –yine Almanya’da- bu sefer “güzeller güzeli, sapsarı ve atletik bir ulus” daha da kusursuzlaşmak için -kendine taparak- küllerinden yeniden doğma çalışmalarına başladı. Almanlar, Nazi ülküsü etrafında, bir dönemlik şuur kaybını; ezilmişliklerine tercih ederek bir nevi ÜBERNATION inşa etmeye çalıştı. (Oldu mu? Olmadı… Olsun.)

Keza 1930’larda Atlantik’in öbür yakasında mavi streç giysisi ve kırmızı donuyla merdane bir yiğit, mavi gözlerini dünyaya açtı. SUPERMAN, modern dünyada üst(ün)insan tasarımlarının en ilginç ve en başarılılarından biriydi. Bir kere bu dünyanın dışındandı. İnsanları, onu bu denli uzun ömürlü kılmaya iten en önemli faktörlerden biri de belki buydu. SUPERMAN ne Alman, ne Amerikalı –ve tabii ki- ne de Türktü. Herkesin bağrına basabileceği bir tür Noel Baba’ydı. Gücünün sınırları, insan hayalgücünün sınırlarından ibaretti. Mesela eskiden uçamazdı, sonra uçabilir oldu filan. Ama tabii insanoğlu, bu ulvi güce dahi sınır koymak adına o “malum taş”ı akıl etmiştir. SUPERMAN süper olmakla birlikte sınırsız bir güç sahibi değildir. (Olur mu öyle şey zaten)

Tabii bir de ÜBERSEKSÜELLİK var ki, Nihat Doğan derim başka bir şey demem. Zira Nihat Doğan bu Überlik mevzularında hakkaniyet aramaya gerek olmadığının kanıtı. Nihat Doğan ÜBERSEKSÜEL’se, SUPERMAN UBERMENSCH’miş çok mu?

Uzun lafın kısası her şey adlandırmada bitiyor. (NOMİNALİZM’e bayılırız) Bunca yıldır Süper denmiş, öyle kabul edilmiş. Süpermiş değilmiş sorgulamamak gerek. Nitekim SUPERMAN, ACTIONMAN, BARBIE filan kapitalizmin kült isimleri. Sorgulamayıp, inanmaya iştirak etmek lazım…

Eylül 13, 2006

nominalizm ölmedi -mi acaba? (ek)

Öncelikle isim verme meselesinin kendini kanıtlama, popüler isim verilmesi ve de kültürel isimlerin verilmesi dışında bir de temenni bazlı ve de duyulmadık marjinal bir isim vereyim yavruma, çocuğum pırıl pırıl parlasın kalabalığın ortasında, hayatında çekmediği kalmasın garip gurup ismi yüzünden evladımın anafikirli isimler var, onlara da değinmek gerekir. Ha bir de canım memleketime mahsus bir "Satılmış" vakıası var, ona da kulaktan dolma bilgilerimle bir açıklama getirivereyim.

Temenni bazlı olanlarda genellikle Muzaffer, Başar, Hidayet, Aslan, Kaplan, Panter (Emel) gibi isimlerin olması şaşırtıcı değil tabi. Bu kategori arada kültürel/siyasi alanla da kaynaşıp Barış gibi isimler de üretebiliyor, iyi de oluyor. (Tabi Savaş gibi bir ismi de hangi eşek koyar çocuğuna hala anlayamıyorum, öyle boş boş bakıyorum)

Değişik isim verme meselesinin temelinde ise sadist ana babalar, dedeler, büyük dedeler yatıyor kesinlikle. Zamanında çocuğunun ömrü boyunca eziyet çekmesini isteyip de bir türlü ne yapacağını bilemeyen, şaşkınlıktan kıvranan ebeveynlere ilaç gibi gelmiştir sanırım bu isim verme yöntemi. Magnezyum, (yine siyasiye göz kırpan, hatta göz kırpmak ne el sallayan) Fidel, Alken (sevgili lise son kimya hocama saygıyla), Baldudak, Dududil, Moon Unit, Dweezil, Ahmet Emuukha Rodan, Nadir Sungurtekin (soyadla birleşince bambaşka bir güzelliğe bürünüyor ama afişe etmemek lazım pek) hep böyle güzel, böyle nadide, böyle sapıkça isimler.

Bir de Satılmış fenomeni var ki, sanıldığının aksine bir önceki kategoriye ucundan da girmiyor; tamamen bağımsız sebeplerle çıkıyor karşımıza. Farklı farklı rivayetler var Satılmış isminin doğası hakkında; ama hepsi de şu kapıya çıkıyor: İsmi kötü olan insanın kaderi güzel olur, bir şekilde kötülüklere karşı korunur. Kutsal bilgi kaynağında da uzuuun uzun ve de şahane bir şekilde incelenmiş, benim de bir entrisinden çalıp çırpmamak için kendimi zor tuttuğum "Nomen est Omen" diyen latine kıyasla ne kadar farklı düşünme yöntemlerimiz olduğu da cascavlak çıktı sanırım ortaya bu örnekle.

İsimlerle daha yakinen ilgilenmek isteyen, meraklı ve araştırmacı gençleri de zevklere göre "Unomastica alla Turca" veya "Efendi" serisi de sanırım ancak paklar.

Marka Sevdası

Alx: bi de madem artık bu blogda 3 kontiribütör var, blogun adresi niye hala evrenesorun diye geçiyor? Yaratılmış bir markayı koruma çabası mıdır?

diye sormuş Alx...

Efenim böyle bir sorunumuz var; adres. Tek başımayken bir sorun yoktu. Ama sonra iki katılımcı olunca daha kollektif bir yapıya büründü. Blogun başlığını bu yüzden değiştirdim. Ama adresi değiştirmeyi düşünmüyorum, ne de olsa kim ölür kim kalır bilinmez. Benim olacağım kesin... Tabi bunun çok daha hain sebepleri var ama buradan söylenmez... Nedir onlar diye sormak anlamsız çünkü nedir, nelerdir vs yanlış sorular olacaktır ve yanlış sorular doğru yanıtlanmaz... (çelişkili açıklama )

Eylül 11, 2006

nominalizm ölmedi -mi acaba?

deryik kişisi sormuş: "kişiler ve isimleri arasında bi uyum mümkün mü, uyumsuz çiftler ismi unutmamıza yol açabilir mi? ne ömerler gördüm aslında birer berktiler." bence önemli bir noktaya parmak basarak iyi de etmiş. (dün barbutta kaybettiğim için, bu soruyu yanıtlamak derdinizin dermanı, merakından ölen kedileri bilem, sorularını yanıtlayarak dirilten klavyeşörlerden bendeniz nacizane beter pan kulunuza düştü. boynumuz kıldan incedir. zülfiyare dokunursak affola!...)

neyseciğime... bizim kovboy filmlerinde kızılderili olarak bildiğimiz (o toprakta kırmızı renk veren demir yerine başka bir şey -örn. krom- olaydı yüzlerine sürdükleri boyalardan ötürü "yeşilderililer" bile olabilirdi adları.) kuzey amerika yerlieri, doğan çocuğa geçici bir isim verip, daha sonra kullanacağı ismi, yetişkinliğe geçiş ayinleri olan erginleme ritüelleri sırasında delikanlının/genç kadının kişisel özelliklerine göre belirlerlermiş. işte tam da bu nedenle çılgın at, düşünceli kaya, dolunayda sallanan ağaç gibi isimler kullanılıyormuş. aynı şey, dünyadaki başka ilkel ya da (antropolocideki hocalarıma ayıp olmasın diye) -siyaseten doğru bir deyişle- sanayileşmemiş, küçük ölçekli, erken dönem toplumlar için de, bizim gibi gelişmekte olan bilmemkaç medeniyetin beşiği muhafazakar-milliyetçi toplumlar için de, sanayileşmiş sömürgeci kapitalist toplumlar için de, sosyaldemokrat neo-liberaller için de geçerli. yiğit, cesur, erkek, asker, yürekli, mert, doğru sözlü, cevval, güzel, adil, cabbar, hakkaniyetli ve bir sürü isim, kişizadelerin özelliklerine ya da olması istenen özellikler anlamına gelen isimler verilirmiş. sonracığıma gel zaman git zaman toplumlar kozmopolit bir nitelik taşımaya başlamış. ve isimler konusunda işin şirazesi çıkmış. adi, yoz bir herifçioğlunun adı "yozyürek" olacağına, "mert" olmuş, böylece kalakalmış. tabi isimler hep "iyi niyetle" konulduğu için iyi insanlara kötü isim verilmiyor da içleri ferah yaşayıp gidiyorlar.

tabi kültürlerarası iletişim meselesi de var: bizim gibi türk boyları islamı kabul edince, araplardan, farslardan etkilenince -yoksam sırada anglosaksonlarla frenkler mi var- onların isimlerini de kendilerince dönüştürüp kullanmaya başladılar. (bakınız muhammed isminin başına gelenlere... ahmed, ahmet, mahmud, muhammet, mahmut, memet, mehmed, mehmet... hep aynı ad!... oldu mu... beğendiniz mi yaptığınızı... ah ah...)

bir de popüler isimler var... artık her bir şeyciğimiz medya tarafından belirlendiği için, isimler de piyasaya -yoksa "ayağa" mı demeliydim- düştü... popüler bir isim sıklıkla kullanılır oldu. milliyetçi kişizadeler çocuklarına alpaslan, çağrı, asena ve bilumum dikkulak (mhp'li) isimleri koyarken, islami kesimde ömer, necmeddin, tayyip, muhammed, ibrahim gibi dini eğilimler taşıyan isimler, 68 ve 78'liler, emek, devrim, özgür, barış, ulaş, deniz gibi adlar, aleviler ise mahir, hüseyin, ali, aslan gibi adlar ve son olarak da pek modern kentli, üst gelir düzeyinden, kobi sahibi (uçtuk ya!...) hemşehrilerimiz, alp, berk, can, kutay gibi adları layık görüyorlar. (tabi çocuklara soran yok... otursunlar oturdukları yerde!...) anlayacağınız, isimlerde hakim paradigma -yoksam "trend" mi deseydim- belirleyici oluyor çoğunlukla. (öyledir öyle!...)

nominalizm, ortaçağ felsefesindeki "adcılık" anlamına gelen bir akım. kısaca, "eşek, eşek olduğu ona atfedildiği için eşektir; eşekliği ona atfedilen bir kurgudur" fikrini benimsiyor bu abiler. haksız da sayılmazlar bence... yoksa bizim kullandığımız isimlerle kişiliklerimiz genelde örtüşmediği için, şizofrenik (bölünmüş, parçalanmış) kişiliklerimiz olurdu. yaşadığımız küresel nevrotikler koğuşu, psikotikler koğuşuna dönerdi.

Eylül 06, 2006

Soracaksanız Adam Gibi (Mi?) Sorun

beter pan kirpisi: başlığa "adam" gibi sorun yazmışsınız. taptaze bir feminist olarak benim bir sorum olacak: "adam gibi" ifadesi cinsiyetçilik kokmuyor mu? yoksa cinsiyetçi misiniz? ha?... delikanlı adam feminist olur


Evren beyciğimin isteği üzerine kendi fikirlerimi yazıp çizeceğim bu konu üstüne. The Blind Watchmaker'ın başında Richard Dawkins ağabey bu kitapta ben man diyeceğim insan için ve de cinsel bir ayrımcılık yapmıyorum, aklıma da man diyince insanlık geliyor dese de kazın ayağı maalesef öyle değil. (Ki Richard'ıma bir mail atıp, madem aklına bunlar gelmiyo be ibiş, o zaman neden gittin kendini Brigths diye bir harekete verdin, umbrella term'dü, uplifting, şayane çağrışımlar yapan lafı alıverelim, toplum içindeki kötü bakışlardan kurtulalım, coşalım, kendimizden geçelim, yaşasın neolojizim diyorsun diye soracağım en kısa zamanda; akıllı tasarımcılara bile cevap verdiğine göre kesinlikle bana da verir, akıllı olur diye umut ediyorum.)

Lakin tabi man kelimesinin etkisi böyle direkt değil. Mesela bizim konumuzdaki mevzubahis adam gibi lafının içinde "Karı gibi (ağlama lan)" ya da ne bileyim "Mal bulmuş mağribi gibi" veyahut ecnebi dillerinden örnek vermek gerekirse "Philistinism" gibi ayrımcı (cinsiyetçi, ırkçı) bir anlam bulundurup bulundurmadığı bu kadar açık değil, barındırıyorsa da ilk örneğin tersi üzerinden barındıracağı açık yalnız.

Burda da zaten meselenin man'dan türediğini düşündükleri (Düşündükleri diyorum, çünkü böyle yapısal bir meseleyle uğraşıyorlarsa man lafının etimolojik olarak ilk önce cinsiyetsiz olduğunu da bilip, adımlarını ona göre atmaları gerekirdi sanki. Türkçe olsa hadi neyse, adamın kökü ademe, ordan da ibranice toprağa gidiyormuş. Yaratılıştı, topraktı, kaburgaydı mitlerini de zaten biliyoruz, daha fazla karıştırmaya gerek yok) woman'a takıp womyn gibi acaip şeyler uyduran muhtelif feminist hareketlerin dertlerinin tersine kelimenin ne çağrıştırıyor olduğunu düşünüyorum. Geçenlerde Evren'le de tesadüfen konuştuğumuz üzere benim aklıma (annemin de müdürlük yapmış olmasından kelli) müdür diyince şişman göbekli bir amca gelmiyor (Ama maalesef bilimadamı diyince Einstein tipli bir amca gözümde canlanıveriyor, kahrolsun steryotipler.); o yüzden müdire denmesini yadırgıyorum; fakat mesele de zaten bende nasıl bir çağrışım yaptığı değil, genel olarak nasıl bir çağrışım yapacağı, ayrımcılığa yol açıp açmayacağı.

Gördüğünüz üzere soruyu doğrudan cevaplamak yerine lafı dolaştırıp, karıştırıp duruyorum, şekilden şekile giriyorum; çünkü öyle kolaycacık, şakadanak verilebilecek bir cevabı yok bu sorunun. Açıkçası ben kendi adıma "adam gibi"yi öyle çok da ayrımcı görmüyorum, (Hem görüyorsanız daha bunun adamakıllısı var, hatta bir de tersine adam sen deciliği var, misogyny varsa misandry de var, Solanas var, varoğluvar.) biraz "politically correct" olma takıntısı gibi bile geliyor hatta; siz de kendi adınıza düşünün, kendi cevabınızı kendiniz bulun, hatta gelip burada söyleyin ki ne düşünüyorsunuz, görüş birliği var mıdır anlayalım. Ama aman dikkat edin yanlış düşünmeyin, adam gibi düşünün!

Bu uzun (ve de muhtemelen sıkıcı) cevabımın sonunda ise sorunun en sonundaki delikanlı adam kısmına dair bir iki kelam etmek, yaratıcı türk gencinin daha önce benzeri vecizeler bulduğunu hatırlatmak, ortak belleğimize kazımak gerekir diye düşündüm: İbne gibi gey değil, delikanlı gibi gay!