Mart 19, 2008

Iki dugun arasi bayram

Soru 102: kosavalı: Iki bayram arası dügün yapmak günah mıdır veya dinimizde böyle bisey var mıdır?

Sevgili Kosovali sormus, hemen aklima bir babaannenin diziyle muhabbeti sirasinda "Kosovali o Kosovali, s.ker hepinizin anasini" dedigi geldi ve tebessum ettim.

Gelelim cevaba: Eskilerden bildigim kadariyla dininizde boyle bir sey yoktur. Zira oyle ya da boyle iki bayram arasinda kalan gun sayisinin 347 oldugunu goz onune alirsak, tum dugunlerin geriye kalan 7 gun zarfina sigdirilmasi gibi bir seyle ugrasmaz din. Aslinda es-dost, akrabalar bir aradayken, akrabalardan bir santor esliginde calinsa, soylense fena olmazdi. Gormek istemediginiz akrabalari aradan cikarirdin tek seferde. Ama katlanman gerekecek bir kez daha.

Eger hala boyle bir sebepten oturu cehennem sicagindan endiseleniyorsan, dugun bittikten sonra baska "sicaklar" keyfini yerine getirecektir, endiseye gerek yok.

Mart 16, 2008

Bilgisayarların Götü Var Mıdır?

Soru 101: ümit: bilgisayarlarında götü varmı

Bilgisayar denen yaratık ( oluşuk desek aslında daha doğru olur ) insan denen mahluktan oluşturulmuş bir varlıktır. Her ne kadar bilim insanları "örnek aldığımız organ beyindir" deseler de bu büyük bir kandırmacadan ibarettir.

Öncelikle bilgisayarların beyinleri olup olmadığı konusunda aydınlatmak isterim sizleri. Çok sevgili çalışma arkadaşlarım Steven Pinker ve António Dámasio ile yaptığım uzun konuşmalar sonucunda ( Elbette Mr. Alan Turing'in aydınlattığı yolda ilerlerken ) bilgisayarlarla insan beyninin çalışma yapısında büyük farklar olduğunu gözler önüne sermiştik. ( bkz: Larry King & Stephan Hawking vs Pinker & Dámasio & Evren ) Bir bilgisayar tüm işlemleri sıralı yapar. Sıralı işleme örnek vermek gerekirse toplama işlemini sayabiliriz. İstediğiniz kadar fazla sayıyı toplayın hiç fark etmez, bunları ikili gruplar halinde toplayabilirsiniz. Yani henüz 3 sayıyı birden toplayacak bir bilgisayar üretilmemiştir. IQ'su 140'ın altında olanlar için örnekleyeyim: 1 + 1 + 1 'i gördüğünüz zaman anında 3 dersiniz ve bunu (1 + 1 ) + 1 --> 2 + 1 = 3 şeklinde bulmazsınız. Ancak bu işlemi NASA'nın bilgisayarlarına sorsanız bile yukarıdaki gibi yapacaktır işlemini. İşin doğası gereği böyledir bu.

Şimdi tabi IQ'su 100'ün altında olanlarınız soracaktır: "çift çekirdekli bilgisayarlar var bunlar aynı anda başka işlemler yapıyorlar, bir nevi paralel çalışıyorlar, ne diyorsun buna dümbük evren" diye. Efenim haksızsınız her zamanki gibi. Ama şirket kanunları gereği 100'ün altındaki yanıtları açıklamamız yasak. O yüzden sizi wikipedia'ya yönlendiriyorum.

Gelelim göt mevzusuna. Bilgisayarların da götü var mı? Bilgisayarların götü yoktur. Hatta eminim Ümit'teki göt kimsede yoktur bu dünyada. Şanı bana kadar geldi. Ümit Bey'in bu dikkati dağıtma ve başka yerlere çekme politikası çok gereksiz. Üzgünüm Ümit, kimseyi kandıramazsın. Yani ölü pipiyi canlandıran yapınla sen bir ekolsün.

Tabi buna itiraz edenleriniz olacaktır. "Yok efendim ben gördüm, bizim kapıcının hapisten yeni çıkmış oğlunun bilgisayarının götü vardı ikigözümönümeaksınki" Monitördeki götü görüp bunu bilgisayarın kendi götü sanmanız çok salakça. Olsa olsa bilgisayarın yüzü vardır diyebilirsiniz. Ancak tahmin ettiğim kadarıyla götünüze kaş-göz çizince yüzünüze benziyor diye monitörü göt sanmış olabilirsiniz. Çok göt adamsınız vallaha.

Aslında hepimizin malumu bilgisayarların backdoor'ları var. Ultra komik bağlantılar sonucu bu backdoor'ları göt sanmış da olabilirsiniz. Backdoor'lardan girişin bilgisayar kullanıcılığına sığmadığını hatta bunun haram olduğunu bile düşünebilirsiniz. Oysa backdoor hem bilgisayar için hem de insan için candır, canandır. Herkeste olması zorunludur. Girişi çıkışı güzeldir. Herkese de tavsiye edilmiştir. Özellikle erkeklerin çok hoşuna gittiği söylenir. Erik'le benim favorimizdir. Ayrıca Erik'le evleneceğiz. Ama önce Ağustos'ta askere gideceğim. İpne H2O2 mesajlarıma cevap verse ona da söyleyecektim ama backdoorgiver buradan okusun artık.

Ocak 16, 2008

Cennetlik

"Soru 95: seda: benim bi erkek ardaşım var şeytana uyduk obana dokundu bende ona boşaldık ama cinsel uzvu tenime değmedi sadece dokundum oda bana dokundu bu zinaya girermi, çok pişmanım bunu sorarken bi,le utanıyoruı"

Sedacığım sitemizin samimiyetine güvenip bu soruyu sormuş. Kendisini tebrik ediyorum. Utanılacak bir şey yok. Herkes onun durumuna düşebilirdi. Mesela ben sevgililerimden birisine batpılag taktırmıştım. Onun utancını yaşadım mı? Yaşadım. Ancak şimdi iyiyim.

Çok uzatıyorum her zamanki gibi ( he he, ben yok muyum beeennn)

Bir fıkra anlatasım geldi.

Hocanın biri kadınlara vaaz verirken içlerinden en zillisi bir soru sorar: "Hoca hoca, bir avukatla zina yaparsak cehennemde kaç sene yanarız." "3 sene yanarsın hanım kızım." demiş hoca. "Bir doktorla zina yaparsak kaç sene yanarız" diye devam etmiş kadın. Hoca da "2 sene yanarsın hanım kızım demiş. Kadın hızını alamayarak son sorusunu sormuş:" Hocam peki bir hocayla zina yaparsak ne olur?"

Hoca gülmüş ve "Seni hin seni, demek cennete gitmek istiyorsun?" demiş.

Uzun lafın devamı olarak biraz ciddi olayım. Müslümanlık cinsellik konusunda bir çok serbestlik getirdiği için benim gözümde daha makul bir dindir. İki yetişkin istedikleri gibi sevişebilirler. Tavşanlar gibi, Ali Kırca gibi. Günah değildir bu. Sadece bu işin gizli yapılmaması gerekiyor. Açık açık söylemeniz gerekiyor. "Paşalar gibi tokuşuyorum kardeşim, sana giren çıkan ne?" diyebilirsiniz. Arap adetleriyle müslümanlığı karıştırmamak lazım. Yanlış bildiklerinizi unutun. Yani Sedacım aslında sen dokunarak şeytana uymadın. Şu an sadece yaptığın şeyi gizlediğin için şeytana uymuş sayılabilirsin. Özgür seks vaadedilen topraklardan çıktı, 68'deki gençlerden 1300 sene önce. Unutma bunu ; )

Ailenizin Zekeriya Dümen'i divadeiwob sorunuzu yanıtladı.

Ekim 13, 2007

Ajda Pekkan yahut yürüyen merdiven...

Soru 094: psychopathological: rüyamda 45 derece açıyla hareket eden asansöre bindiğimi gördüm. sizce bu neye delalettir?

Evvela, uzun bir aradan sonra burayı şereflendirdiğim için herkesi kucak dolusu, burcu burcu, cemre cemre selamlıyorum. Arkadaşımızın bu sorusu beni hayli heyecanlandırdı. Çünkü yıllar evvel kulağıma çalınan dandik mi dandik bir dedikodu aklıma geldi. Bu dedikoduya göre Ajda Pekkan adlı şöhretimizin evinde bir adet yatay asansör varmış. Bunun ne demek olduğunu şu an izah edemiyorum nitekim ben de anlayabilmiş değilim, zira asansör sözcüğü tahmin edebileceğiniz gibi dilimize Fransızca'dan geçmiştir ve ascension sözcüğüyle aynı kökten gelmektedir. Ascension ise "yükselme" manasına gelir. Bu yüzden yatay bir şeyin de asansör olabilmesi ancak yere belli bir açıyla yapacağı yükselme fonksiyonunu yere getrmesiyle mümkündür.

"Ascension", Türkçemizdeki gibi fiziksel, manevi, ekonomik, sosyal hatta varsa seksüel anlamlardaki yükselme için kullanılabilir. Muhtelif peygamberin başına gelmiştir. (Konumuz o değil)

Gelelim sizin bunu niye rüyanızda gördüğünüze:
- Ya Ajda Pekkan'ın evine gideceksiniz;
- Ya da asansör sandığınız şey aslında etrafı kapalı bir yürüyen merdiven.

Kutsal bir şahıs olma ihtimalinizi dile getirmiyorum nitekim o ascensionun sonunda sanırım size "neden böyle olduğu" yönünde bir açıklama yapılırdı, buralarda böyle telef olmazdınız.

Umarım faydalı olmuştur ve şu an bu bilgiye sahip olmadığınız anlara nazaran çok daha mutlusunuzdur.

Ekim 08, 2007

daha 12!

Soru 98: geceler_1994: muhammeti küçük yaşta peygammer zanneten kimdir

Göz doktoru bir alt katta.

Ekim 01, 2007

daha 12

Soru 097:nuray: hz muhammedin kucuk yasta prygamber oldugunu tahmin eden kimdir

Öncelikle soruyu biraz düzeltelim ama tam olarak değil: hz muhammedi kucuk yasta gorup, onun peygamber olacagini tahmin eden kimdir?

Bahira adındaki rahip, muhammed daha 12 yaşındayken onu görmüş ve onun peygamber olacağını tahmin etmiştir. Bu düşüncesini, muhammedin amcası ebu talip ile de paylaşmıştır.

Eylül 30, 2007

Ben Yoruldum E(1)L(3) Çekenler Yorulmadı

Soru 093: sk8erboiz: şimdi ben oruç tutuyodum ama sabah bi kalktımki sabah ereksiyonu olmuşum. sizce orucum bozulmuşmudur? bide 31çekmek günahmı? teşekkür ederim.

Ramazan ayının sonuna yaklaşmış olsak da cevaplayalım, gelecek sene için sayarız.
Sabah, öğle, akşam, gece, ikindi, şafak, gün batımı ereksiyonlarının hepsini sayabiliriz. Hepsi için cevabımız: HAYIR. Ereksiyon olmak bozmaz. Yalnız ereksiyonun kendiliğinden geçmiş olması gerekiyor. Yani sizin müdahalenizle (anladınız umarım) geçerse o zaman orucunuz bozulur. Bilerek orucunuzu bozduğunuz için de ya 61 gün oruç tutacaksınız ya da başka şekillerde bu cezayı halledeceksiniz. O sizinle Allah arasında ama ben genel prosedürden bahsedeyim:
Orucunuzu bozdunuz ve 61 günlük kefaret orucunu da tutmak istemiyorsunuz. O zaman iki seçeneğiniz var


  1. Bir adet köleyi azat etmeniz lazım. Şu anki yönetim şeklimizle bu pek kolay değil. Onun yerine kocanızı ya da karınızı bir kaç günlüğüne serbest bırakın bence
  2. 30 açı doyurmak. İşte bu çok tehlikeli. Bizim bir arkadaş "abi ne kefaret orucu tutçam, veririm parasını hallederim" deyip 30 açı 3 öğün boyunca doyurdu. Bu açlardan biri Metehan diğeri de Kürşat olduğundan adamın yediği kazık çok büyüktü. Sonra zaten borçlarını ödeyemediğinden kendisiniz bizzat şahsen intihar etti, geri iade de alınmadı dünyaya.

Sorunun ikinci kısmı osbir çekmek günah mı diyor. Bunun da şartları var tabi. Hemen yazalım vatana milete, dine bir faydamız dokunsun, bakalım muhtarın reddi

kitabı ne diyor bu konuda: "El ile istimna; zevk için olursa haram, sükunet bulmak için caiz, zina tehlikesi olursa, vâcib olur. (redd-ül-muhtar)"

görüldüğü üzere ilk durumda bırakın günah olmayı anal seks'le aynı kategoriye sokulup haram olarak nitelendirilmiş. Benden söylemesi. Durduk yere yapmayın yani.

Sana Bi Bi Bi Bi Gaymak Lazım - Balla Yersin

Soru 081: hibon : yag neden kaygandir?

Canım kardeşim Hibon Almanyalardan sormuş yağ neden kaygandir diye.

Kimya biliminin merkezi olan bu yerden böyle bir soru gelmesi sitemiz adına sevindirici, gurur verici bir şeydir. Ünümüzün nerelere kadar yayıldığının göstergesidir.

Bir Bachelor of Science in Chemistry olarak hemen söyleyeyim: Yağlar apolar bir yapıya sahip olduklarından ötürü kaygandırlar. Daha fazla bilgi için sizi herhangi bir "General Kimya" kitabına yönlendireyim. Benim tercihim Petrucci'nin kitabıdır. Ben de orijinali var ama İstanbul'da kaldı. Adresimi bilenler gidip oradan alabilirler.

Bu soru o kadar doğru o kadar yerinde bir soru oldu ki daha fazla bir şey diyemiyorum. O yüzden böyle doğru sorular sormayın çünkü şu an The Girl Who Wants To Be God dinliyorum.

Eylül 25, 2007

Yine De Oynar Mısın Benimle

Soru 089: Coito ergo sum: "Pek çok Blogger kullanıcısı Profillerini herkesle paylaşmamayı seçerler" Boyle diyor sagolsun blog sunucumuz. Bu lafa karsilik hassiktir ordan desek, ayip etmis olur muyuz?


Coito ergo sum, nickname'in çok güzel, hemen tanışmak istiyorum seninle. Cogito versiyonunu duymuştum yalnız Coito haggaten daha bi manidar olmuş bu güzelim sayfamıza.

Bu blogger milleti öyle paylaşmayı sevmez. Çelişkili görünebilir tabi hem paylaşmayı isteyip hem de paylaşmamayı istememek. Gerçi bu konuda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin ( hayatımda okuduğum en güzel metinlerden biridir bu, her seferimde gözlerim dolar, keşke derim hep) 1211 sayılı maddesinde "Hiçbir kişinin kendi kendisiyle çelişme hakkı engellenemez - buna doğal afet durumları da dahildir." yazar.

Her haklı saklı olan insanlar bu haklarını da sonuna kadar kullanmakta stray dog'lar kadar özgürdür.

Profil paylaşmama durumunu ben anlamam, anlayanı anlamam, paylaşmayanı sevmem. Benim bloguma paylaşılmamış profil sahibi biri yazarsa anında yazdığını silerim. Anonim yaz kardeşim, tıklıyoruz kimmiş bu diye, bi bakıyoruz bu salak yazı çıkıyor.

Anlamam diyorum ama aslında kastettiğim analmam, haram yani. Olmaz. O yüzden tahmin edebildiğim kadarını yazayım.

Öncelikle herkesin kendi özel sebepleri olabileceği ihtimalini göz önünde bulunduralım. Sonra da "ihtimal dahilindeki" diğer sebeplerden bir iki tanesini yazayım. Ne şişi yakalım ne de kebabı.

Bazı bloglara sadece blogger hesabı olanlar yorum yazabiliyorlar o yüzden misal ben hem yorum yazmak istiyorum o bloga hem de kim olduğum bilinmesin istiyorum. O zaman hemen çakma bir blog hesabı alıyorum ve kendimi mutlu ediyorum. Profilinin kendi sayfasında gözükmemesini isteyen kişi bunu zaten ayarlayabilmekte. Bu yüzden profile ulaşabilecek bir tek yorumlar kalıyor, bu da benim tahminim oluyor analyacağınız.

Başka bir ihtimal de "Abi ben internette ne form görsem dolduruyorum. Blogger profilime de telefon numaramı ve adresimi dahi yazıyorum alışkanlıkla. Doğal olarak da herkes görsün istemiyorum. O yüzden hem dolduruyorum hem de yayınlamıyorum, dünyanın en zeki üçüncü insanıyım." olabilir. Bu kişilere allahtan rahmet, sevdiklerine başsağlığı diyorum.


Coito'nun sorusunun yanıtına gelince; sen hassiktir de bakalım, sonrasında da bak baklım "yine de oynarlar mı seninle"..

Eylül 19, 2007

Enlarge Your Question, Shrink Your Penis

Soru 095: osse1907: penisim 11 santim. internette bunun normali 5 inch falan diyorlar. bir inç kaç santim. penisim küçükmü. 16 yaşındayım. lütfen yardım edin.


Önce teknik, sonra taktik bilgiler.

Bir inç 2,54 cm'ye tekabül etmekte. 5 inç ise, hemen bakıyorum Texas hesap makinemi kullanırak, ee, hah, 12,7 cm yapıyor. İnternette bunun normal olduğu yazıyordur, doğrudur. 12 santim dediğin nedir ki? Uzun Marlboro sigarasından birazcık daha uzun.

Görüldüğü üzere senin penisin (12,7-11)/12,7 * 100 = %13 daha küçük ortalamadan. Öncelikle sağlık olsun, geçmiş olsun, allah daha kötüsünden saklasın, buna da şükür vs diyebilirim. Malesef penisiniz ( ki artık bundan sonra 'pipi' olarak geçecektir bu konuşmada, zira biz padawan penis'lere pipi deriz) küçük.

Aslında çok küçük de değil. Ortalamanın 12-13 civarında olduğunu düşünürsek normal sayılırsınız. Tabi ben kendi çevremle kıyaslayarak küçük diyorum. Zira Biz büyük penisliler ) ki artık bundan sonra 'yarrah' olarak geçecektir bu konuşmada, zira biz master jedi penis'lere yarrah deriz) 18 santimden bir milim aşağısını grubumuza almayız. Bu da takribi 7 inç'e denk düşmekte.

Şimdi biraz içine su serpeyim. Evet, pipin var ama bu hiçbir şeyin sonu değil. Nasıl ki büyük olması da hiçbir şeyin başlangıcı olmadığı gibi. Vajinadaki sinirlerin yüzde 90'ı Allah'ın senin gibi kullarını düşünmesi sonucu ilk 1/3'lük kısımdadır. Yani kadınları fiziksel olarak uyarmada bir sorunun olmayacak. Rahat ol. Ayrıca anal seks şansın da yarrah'lılar taburundan daha çok olacak. Çünkü o porno filmlerde gördüğü her şeyi emen popolar gerçek hayatta yoklar ya da çok az bulunmaktalar.
Yalnız kötü bir tarafı var küçük pipinin; ağızlara layık değildir malesef. Olabildiğince göstermemeye çalış etrafa falan da filan. Ayrıca vajinanın içini tam olarak dolduramayacak oluşuna, "kökleme" denilen hareketin sende çok boş olacağına ya da "pay bırakma" işlemini yapmanın sende imkansız olduğuna kendini alıştır. Tabi buradan uzun penisli beylere ve sevgililerine sesleniyorum, lütfen imkanlarınızı sonuna kadar kullanın. Her sevişmenizi "bu son olabilir"mişçesine yaşamanızı tavsiye eder gözlerinizden öperim.


Saygılar
Ailenizin Dohtoru

Eylül 12, 2007

Biz Semra Hocayla Sevişiyoruz*

Soru 087: deli: ne olur bana yardım edin şu an 14 yaşımdayım ve öğretmenime aşık oldum ne yapmalıyım onu aklımdan nasıl silmeliyim

Sevgili deli kardeşim, bir çok insan öğretmenine aşık olmuştur. Ben de onlarca öğretmenimden bir tanesine aşık olmuştum. Ne kadar zor olduğunu anlayabiliyorum. Bir türlü yaklaşamıyorsun, düşüncelerini açamıyorsun. İyice korkuyorsun. Çok normal. Ben çok şanslıyım. İyi konuşabiliyorum, iki lafı doğru düzgün söyleyebiliyorum. O yüzden durumu düzeltmiş ve istediğim müspet sonucu elde etmiştim. Yaklaşık 1 sene kadar. Ondan sonra aşk bitti, ilişki bitti. Aklımdan silindi. Aynı şeyi senden bekliyoruz tüm “O Soruyu Sor” ekibi olarak. Teşekkür mektubu yollamana gerek yok. Ne zorlu şartlar altında çalıştığımızın farkında olman ve arkadaşlarına bu siteden bahsetmen bizi çok mutlu edecektir.

Best Wishes

Divadeiwob

Chief Executive Blogger



* İnek Şaban - Hababam Sınıfı

Eylül 11, 2007

Yeter Ama Metin Bey, Ben De İnsanım!

bilalbey, ben aslında çok küfreden bir insan değilim amınakoyim

Soru 086: ftb: icerigi denetlenmeyen bir online sayfaya (herhangi bir text box icine) cinsel icerikli/mustehcen metin girme hizi cm/sn cinsinden kactir? girerken bir yanma yapiyorsa bu normal midir?


Abim sormuş, ben de yanıtlayayım.

Genelde soruların niye sorulduğu benim derdim değil. Adam denk gelir bu sayfaya, bir şeyi de merak etmiştir, denize şişesini atar. Bu sefer FTB bir tespit yapıp bunu kibarca değerlendirmemi istemiş aslında. Bakalım ne demiş, yakınlıklarımız, benzerliklerimiz var mı “o soruyu sor” sitesi olarak.

ftb: icerigi denetlenmeyen bir online sayfaya (herhangi bir text box icine) ( ahanda bizim çetbaks) cinsel icerikli/mustehcen metin (ahanda gene bizim çetbakstaki metinler) girme hizi cm/sn cinsinden kactir? girerken bir yanma yapiyorsa bu normal midir?

Pek yanıtlayamıyorum bu soruyu. Başka konulardan bahsedeyim belki kesişiriz.

İki elin ve ayağın toplamda 20 parmağı kadar maksimum okuyucuya sahip “başkası sorsun, sen yanıtla hep beraber eğlenelim” sitemizde son zamanlarda artan cinsel içerikli metin girme olayı yakında benim tepemi attıracaktır. En son sorulardan bir tanesini örnek vereyim: Nurbanu: sevgilim srtünürken vajınama boşaldı ve adetim gelmesine 3- 4 gün var acaba hamile kalır mıyım...

Şimdi Nurbanu bu kadar rahat bir soru sorabiliyorsa ben de çok rahat bir şekilde bunu yanıtlamalıyım aslında. Ona merakımdan “sevgilin niye sana sürtünüyordu?” diye sormalıyım. Sevgilin dünyanın en dayanıklı ve uzun atlamacı spermlerine sahip olsa bile kendi yolunu bulup yumurtayı döllemesinin mümkün olamayacağını söylemeliyim. Hatta eğer sevgilisini boşalırken gördüyse ( ki anladığım kadarıyla bunu görmüş olmalı) her şeyi bir sebep doğrultusunda yaratmış olan Allah’ın meninin bu kadar yüksek debide akmasını ( buna fışkırmak da diyebiliriz) sağladığını düşünerek rahat olması gerektiğini anlatmalıyım. Ona ayrıca bu bilgilerin çok standart olduğunu. Bırak benim gibi 24 yaşında bir veledin bunları bilmesini, artık 16’sına gelmemiş insanların insan anatomisi ve fizyolojisi hakkında ondan fersah fersah ileride olduğunu ona bildirmeliyim. Tabi ayrıca bunun “nurbanu’nun” suçu olmadığını, kendisinin yalnız olmadığını da söylemeliyim.

Birkaç ipucu daha vereyim. Âdetin birkaç gün öncesi ve birkaç gün sonrası “güvenli” sayılan zamanlardandır. Öncesinde yumurta zaten ölmek üzeredir ve atılması çok yakındır. Sonrasında ise yeteri kadar olgunlaşmamıştır. Sevgili başarılı bir atış yapmış olsaydı bile ( veya bilerek bir “hata” yapmış) hamile kalman pek olası değildi. Tabi korunmayı elden bırakmamak lazım… Herkese tek eşli ve prezervatifli hayatlar diliyorum.
Not: Bu arada cinsel içerikli sorunlarınız için uzman hekimler var bu memlekette ( şaşırtıcı ama gerçek) Lütfen benim gibi pipisi sidikli, burnu sümüklü bir çocukcağızın laflarına itibar etmeyin. Okuyun ama kuşkucu olun. Ayrıca “lan sen artı iki eski ikilik dilimde bir risk yok dedin, bu çocuğun velayetini al” diyeniniz olursa onu kendisine “lan” diyeni trafik ışığının kırmızıdan sarıya geçerken korna çalan kişilerden daha hızlı bir şekilde dövebilecek birisine havale ederim. (EFT demedim dikkat ettiyseniz, havale dedim, anladın sen anladın ;)

Not: Atina’dan Reha Muhtar’ın bildirdiğine göre içeriği denetlenmeyen bir online sayfaya (herhangi bir text box içine) cinsel içerikli/müstehcen metin girme hızı 42 cm/saniye olarak belirlenmiş. Yanma yapması normalmiş. Ayrıca Orhan Veli'nin de “Text box içindeki müstehcen metin olsam” dediği rivayet edilmiş.

Aşık Atma N'olur, Elbet Seni De Bulur

Soru 085: rumuz ateş: bir kişinin sana âşık oıdugunu nasıl anlarsın

Rumuz ateş kardeşim, öncelikle sorduğun sual için sana teşekkürlerimi sunmak isterdim ancak bu beni seninle aynı seviyede gördüğüme dair bir yanlış anlaşılmaya yol açabileceğinden ötürü “eline sağlık” demekle yetiniyorum. Bu görünüşü kurtarma adına söylenmiş bir şey. Ben hayatım boyunca James’in şöyle dile getirdiği şekilde yaşamış bir insanım: “Living life like a comatose, ego loaded and swallow, swallow, swallow." Bu arada swallowstrings’e de bir göz kırpayım o kadar swallow dedikten sonra.

Soru “bir insan kendisine âşık olunduğunu nasıl anlar?” olarak sorulmamış. Bu bir tercih olabilir. Ben iki türlüsü için de yanıtlayayım. Öncelikle ben kesinlikle anlamam birisinin bana âşık olduğunu. Şimdiye kadar ( saymam lazım bir saniye) 4 kişi bana âşık olduğunu söyledi farklı zamanlarda. Onlar söyleyene kadar bilmiyordum. Onlar söyledikten sonra da bildiğim tek şey bana âşık olduklarını söylemiş olmalarıydı. Oysa bana göre bana âşık olan insan sayısı üçtü ve bunlardan ikisi “âşık olduğunu söylemeyen” kişilerden oluşuyordu. 20 tane veri olmadığı için pek anlamlı olmasa da yeteri kadar hata payını göz önünde bulundurup sana “aşığım” diyen her dört kişiden sadece bir tanesiyle ortak görüşe sahip olacağını sıkabilirim hiç utanmadan ve sıkılmadan.

Soruyu genellersek ise bir insan başkasının ona âşık olduğunu anlayamaz. Tahmin edebilir, bilebilir, hissedebilir. Ancak kesinlikle anlayamaz. Saçma ve akıl dışı bir şeyi anlamak Yüce Allah’ın biz kullarına bahşetmediği konulardan bir tanesidir. O yüzden anlamayı boş ver. Arada dolu tutarsan da ne âlâ?

Ben küçükken, ufacıkken, içi dolu turşucukken, kapitalizmin dümen suyuna girmeden önce âşık olmuştum. Hem de birkaç kere. Karşımdakiler bunu anlamadılar doğal olarak. Bunu bildiler. Zira ben söyledim onlara. Hiç çekinmeden. Her birine hissettiklerim farklıydı. Birbirine benzeyen iki tanesi yoktu hiç. Ancak hiç saklamadım sevdiğimi. Allahın bildiğini niye kuldan saklayayım?

Bence “rumuz ateş” kardeşim, sen bu soruyu sorarken aslında “birisine âşık olduğumu ona nasıl anlatabilirim” demek istiyorsun. Sorunun nihai düzeltilmiş budur.

Yapacağın şey çok basit: Birisine karşı beslediğin eşsiz duyguların var. Çok şanslısın. Hiç durma, söyle hemen. Bir şeyi kötü yapmak, yanlış yapmak hiç yapmamaktan daha iyidir. Vakit dar, one life live it, smoking kills, saygılar sevgiler, naşşş, ay vant tu si yor ense tıraş

Yours Truly

divadeiwob.

Eylül 10, 2007

Ciddi Müessese

Soru 088: Ragnar: aslında kızlık zarı diye bir şey olmadığını ve ilk cinsel ilişkideki kanamanın vajinanın içindeki dokuların birbirine yapışmış olmasından kaynaklandığını biliyor muydunuz?

Sevgili Ragnar,
Tabi ki biliyorduk. Biz burada O Soruyu Sor! cevaplayıcıları her bir şeyi bilmesek de, pek çok şeyi biliriz. Birşeyi bilmediğimizi düşünmen bizi derinden yaraladı. Küstük sana.
Divad üstadımın da dediği gibi, burası ciddi bir müessese.


Not: bu arada zilyon tane soruyu pas geçip bu son soruyu cevaplayıp kolaya da kaçmadım değil. Aman yarebbim.

Erken BoşalMA

Soru 084: çapkın: İ:ERKEN BOŞALMA BEKERLARDA OLUR MU? EVLENİNCE BU İŞ DÜZENE GİRER Mİ? ÖRNEĞİN MASTURBASYON HAFTADA1 KEZ YADA 10 GÜNDE BİR YAPIYORUM BOŞALMAM 2 DK SÜRÜYOR SİZCE BENDE SORUN VAR MI ÇÜNKİ 10 DK DİYORLA


Cinsellik konusundaki bilgisizliği gördükten sonra artık insanlardan daha az şey bilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bence Newton Amca’nın söylediği 3 kanunu filan, yok Beethoven Emmi’nin 9 senfonisi ya da Ali Baba’nın 40 Haramisini bilmek filan… Üst düzey beklentiler diyeyim.

Sorumuzu yanıtlamaya çalışayım eskinin en hızlı erken boşalmacılarından biri olarak.

Efenim, elbette bekârlarda (soruda Bekerlarda denmiş ama ben onun bekâr olduğunu düşünüyorum. Diğer türlü tanıdığım tek Beker, Haluk Beker’dir. Kendisinden nefret bile etmiyorum. O derece yani.) erken boşalma olur. Erken boşalma nereden bilsin sizin nikâh yapıp yapmadığınızı. İmam mı kıydı nikâhı, kaptan mı kıydı, yoksa belediyeden aldığı yetkiyle bir memur mu kıldı? Nereden bilsin, böyle saçma bir şey mi olur? Evlenince bu iş düzene girmez. Sizin adam gibi düzmeniz gerekir, şartları yani. Tabi senelerin bir birikmişliği olabilir aşmanız, boşaltmanız gereken. O yüzden ne kadar erken boşalırsanız o kadar çok yol alırsınız. Misal ben evleneceğim kişiyi çok acımaktayım. Şu an 24 yaşındayım ve içimdeki potansiyel debi inanılmaz boyutlarda. Sanırım bir yolunu bulmalıyım. Mesela her 108 dakikada bir butona basıp enerjimi atabilirim. Belki Lost’taki adadaki en büyük sorunlardan biri budur. Adada o kadar az insan sevişti ki şimdiye kadar, birileri her 108 dakikada bir adayı boşaltmak zorundalar.

Soruyu soran arkadaşımız mastürbasyon demiş ama ben “osbir” kelimesini daha çok sevdiğim için bunu kullanacağım. Öncelikle osbir öyle şakaya gelecek bir şey değildir. Ciddiyet ister. Karpuzla veya kavanoza kıyma koyarak “aletli osbir” yarışmalarına katılabilirsiniz. Ayrıca, okulda, hastanede, kütüphanede, iş yerinde yani kısaca “deplasmanda” diyebileceğimiz şekillerde de yapabilirsiniz. Şahsen benim bir numaralı deneyimim Bizim okulun oradan Bebek’e gidene kadar yaşadığımdı. Trafiğin olmadığını düşünürsek sanırım 1,5 dakikada çok güzel şeyler yaşamıştım. Hatta bununla ilgili bir kitap mı yazsam? 90 Dakikada Heidegger diye kitaplar yazılıyorsa ben de 90 saniyede 3 Osbir ( 3 saniye de benden)

Sorunun kısaca yanıtı 10 dakika çok kardeşim. 2–3 dakika iyidir. Sen başkalarının dediklerini o kadar sallama.

Tabi bu arada soruyu soran kişinin erkek olduğu varsayımını yaptım. Zira bu ataerkil toplumumuzda kadınlar çapkın olmuyorlar. Tabi bunun sorumlusu olarak erkekleri göstermek işin kolayına kaçmaktır. Çünkü “çapkın” kadınlara “orospu” diyen kadınların sayısı erkeklerin sayısından çok daha fazladır. Kendisini mutlu eden kadına niye kötü davransın değil mi canım?

Kadınlarda osbir konusunda pek bir cahilim. Oysa bir sevgilim bu konuda uzmandı. Keşke dinlemiş olsaydım o konuşurken. Ama isterseniz size e-mail adresini verebilirim. Ancak çok umarsızsanız benden isteyin.

Evlenince hayat ne olur bilmiyorum. Hiç evlenmedim. Hiç de düşünmüyorum. Gencim güzelim ; ))))

5 kuruş fazla olsun, kırmızı olsun....

Soru 083: dilsuhte : merhaba evren, dün gece seni rüyamda gördüm. kırmızı küçük spor bir araban vardı. içi birtakım arkadaşlarınla doluydu ve iç anadolu şehirlerinden birinde geziyorduk. ben neden ordaydım bilmiyorum.


Sevgili dilsuhte,
Sorunda herhangi bir soru öğesi yok. Soru işareti bile yok. Tabi ki bu beni senin sorunu cevaplamaktan alıkoymayacak. İtinayla doğru yanıtlamaya çalışacağım bu soruyu.
Öncelikle, divad, nam'ı diğer evren üstadımı kırmızı küçük bir spor arabanın içinde arkadaşlarıyla görmen tamamen normal birşey. Çünkü divad üstadım kırmızı küçük spor arabalara binecek kadar karizmatik ve bu arabaya arkadaşlarıyla binecek kadar da sosyal bir insandır. hatta büyük ihtimalle o arabadakiler arkadaşları değil, milyonlarca hayranından bir kaçıdır. İkincil olarak, sorunun daha bi soruya benzeyen kısmına geçecek olursak, (sen neden ordaydın kısmına yani), bunun cevabı da şu olabilir. Yani bütün bu olanları düşününce, gayet net bir şekilde ortaya çıkıyor. Sevgili divad üstadımın da onaylayacağı gibi her şeyin bir açıklaması vardır. Tabi bunlar kafa karıştıran şeyler. Demem o ki, senin orda olman tamamen rüya sahibi olmanla alakalı. Rüya sahibi ben olsam, sen orada olamazdın. "Peki neden rüya sahibi sensin?" gibi bir bonus soru sorayım o zaman. Hemen de ardından cevap vereyim. Rüya sahibisin çünkü sen de diğer milyonlar gibi divad üstadıma karşı aşırı hayran birisin. Çünkü divad üstadım olabilecek üstadların en iyisidir. En muhteşemidir. Oh beybi, yes.

Original Profession

Soru 080: murat: original profession ne demek?

“Profesion dö oğijina” kavramı karşımıza ilk olarak Maquis de Sade’ın “Erdemle Kırbaçlanan Kadın” eserinde çıkmıştır. Hepimizin tahmin edeceği gibi Original Profession ile Original Sin arasında çok yakın bir ilişki vardır. Hepimizin tahmin edebileceği gibi demiş olmama bakmayın. Eminim bir kaçınız orijinal günahın ne olduğunu bilmiyorsunuzdur. Ben de bilmezdim birkaç gün öncesine kadar ancak bu günahı işlemiş olan kişiyle tanıştım geçenlerde. Evet, yanlış duymadınız, geçenlerde Havva Ana’mızla tanıştım rüyamda. Göbek deliğinin olmamasından anlayıverdim şıp diye. Gördüğüm belki de baş melek Mikail’di. Çok da önemi yok kim olduğunun. Önemli olan sorunun cevabının bana ilahi bir şekilde gelmiş olmasıdır. Original Sin, yani tüm günahların sebebi; Havva Anamızın gazına gelip yasak elmayı yiyen Adem Babamızın işlediği günahtır. Ondan bu yana insanlığın üstündeki bu kara leke bir türlü atılamamış, onun yerine bir çok çamur atılmış, izi kalmıştır.

Mösyö Marki dö Sad da bir benzerlik kurarak tüm mesleklerin kökenine inmeye çalışıp ilk mesleğin ne olduğunu bulmaya adamış Orleans’taki köy evinde uzunca bir süre. En sonunda da kendisine yakışacak bir şekilde Fahişeliği ilk meslek olarak belirlemiş.

Ben şahsen, bizzat, kendim olarak, naçizane görüşümü bildirmek istiyorum. Bence ilk meslek fahişelik değil hırsızlıktır. İnternet hırsızlığıdır hem de. Ne dediğimi anlamıyorsanız da Allah sizi ne etsin artık bilemiyorum. Tövbe tövbe.

Bu arada poligami, monogami vs filan neyin var ya, origami’de buradan gelir aslında, hişşş ;)

Eylül 09, 2007

Blog Job

Soru 079: Ragnar: Soru şu: Neden bu blog işiyle uğraşıp, bir sürü faydalı işi bir kenara bırakıyoruz? Egomuzu tatmin mi, amaç? Yoksa ne? Boşalmak? Blog yazan için herkes için cevaplarsan seviniriz.

Ragnar Üstadımız aylar önce bu soruyu sorduğu zaman beni bir düşünceler aldı, bir düşünceler götürdü anlatamam. Zaten "niye" sorusu cevaplanması en zor sorulardan bir tanesidir. "Nasıl" olduğunu şıp diye anlatabilirim oysa. Misal "google it you moron" diyebilirim "baba, nasıl yapıyorsunuz bunları derse biri bana.

Öncelikle sitenin kuralları gereği sorudaki yanlış bir kısmı düzelteyim. Blog işiyle uğraşıp bir sürü faydalı işi bir kenara diye bırakmak diye bir şey söz konusu değil benim görüşüme göre. "Görüşe göre" de ne komik bir şey. Neyse. Filozof David Bowie Bey'in de dediği gibi… Eee, şey.. Unuttum ne dediğini ama eminim tam uyacak (tam süper olacak) bir şey demiştir.

O yüzden soruyu "neden blog işiyle uğraşıyoruz" olarak alıyorum. Ragnar Hoca’mın hoşuna gitmeyebilir ama ne yapalım artık, vatana millete karşı sorumluluklarımız var. Kendisinden kontra-bloggerlık beklerim ama. Kendisi devrimci blog cephesindendi yanlış hatırlamıyor idiysem. ( Türkçe sevenleri kızmasın bana)

Karanlık. blog adresinden bağlantılara bakalım ve bazı bloggerlar niye yazıyorlar anlatayım anında.

Baktım ama bulamadım bir şey. Sağlık olsun. Başkalarının niye yazdığının yorumunu benim yapmam pek uygun olmaz. Ben niyet yargılarım, bunda çoğu zaman haklı çıkmamın hiçbir önemi yok. Emin olana kadar bir şey demem. Misal orospuluk yapmak için blog yazan birini tanıyorum. Kendisi kötü bir emsaldir. Öğrenmek çok vaktimi aldı benim.

Başkalarını bırakayım da kendimin niye yazdığını söyleyeyim. Bunu çoğu zaman ben, çoğu zaman da diğerleri söyledi. Efenim ben doğuştan artist ve kasıntı bir tip olduğum için blog yazarım. Kanımda hava atmak çok olduğundan CO2 oranım düşüktür. Kendimi olmadığım gibi göstermeye çalışır, manitaları ağıma düşürmek için planlar yaparım. Hiç gitmediğim filmler, hiç okumadığım kitaplar üzerine ahkam keserim. Aslında hiç dostum olmadığı halde sanki çok sevilen bir insanmışım gibi davranırım. Ne de olsa kim nereden neyi bilecek? Dünyanın en duyarlı insanı olarak gösterebilirim kendimi veya isimleri bende saklı gizli birkaç blogger gibi hiç olmayan sevgililerime ağıtlar yakarım, hiç yatmadığım kadınlardan bahseder, tuvalet rulosunu doldurmayacak penisimden bahsederim. Neyin ne kadar doğru, neyin ne kadar eksik, neyin ne kadar yanlış olduğunu kimsenin (doğası gereği) anlayamayacağı bu internet aleminde at koştururum. Yeni insanlarla tanışmak istiyormuş gibi durup aslında “kitle”nin ne kadar sıkıcı ve tekdüze olduğunu bilip bundan uzak dururum. Arada birkaç kişi çıkar belki karşıma farklı olarak. Onlarla başka konuşurum. Ama sen bilemezsin başkasıyla nasıl konuştuğumu. Mesela hiç sevmediğim halde birisine aylarca “aşığım” diye takılabilirim. Emin olamazsın bir türlü. Ben yansımalardan oluşan bir kolaj çalışmasının son ürünü olarak hizmet veren bir blogger’ım. Benim amacım tamamı ne tam doğru ne tam yanlış bir hayat sunmak. Okuyucu ya bunu bir romanmış gibi okur ve kurguladığımı zanneder ya da bunu bir hayat olarak düşünür ve arkasındakileri merak eder. Oysa ikisi de değildir. Blog bir aldatmacadır. Hayatın kendisi de öyle tabi. Blog da onun bir yansımasıdır.

Blog yazarız çünkü herkes hayatın özel olduğunu ve buna tanık olunması gerektiğini düşünür. Aslında hepimiz aynı bokun laciverdi değiliz de neyiz Hocam?

Eylül 06, 2007

Ömürcek


Soru 082: barış : evde örümcek görmek ne demektir? (dini olarak)


Sevgili barış,
Değerli üstadım Divad Eiwob 'un bana verdiği yetkiye dayanarak bu sorunu cevaplamayı uygun gördüm. Her ne kadar aslında divad üstadım şüphesiz benden daha iyi cevap verebilecektir bu soruya. Fakat kendisi şu anda daha önemli işlerle ilgilendiği için bu sorunu cevaplayıp seni daha fazla bekletmemenin iyi olacağı kanaatine vardım. Evet sevgili barış kardeşim. Senin de anlamış olduğun üzere sevgili Divad üstadım daha önemli işlerle ilgilendiğine göre senin sorun aslında önemsiz bir soru, tırt yani. Ama tabi ki, burada yanlış soruların itinayla doğru yanıtlanır. (ulan yoksa tersi miydi?) Bu nedenle bu soruyu yanıtlamayı kendime görev edindim. Şüphesiz değerli üstadım Divad benden daha iyi görev edinirdi bu soruyu cevaplamayı.
Bu soruyu cevaplarken, önce analiz sonra sentez yoluna gitmeyi uygun gördüm. Şüphesiz Divad üstadım benden daha iyi uygun görürdü. Şöyle bir kategorizasyona gideceğim.

* Örümcek nedir?
* Ev nedir?
* Görmek nasıl olur?
* Dini anlam nedir?
* Evde örümcek görmenin dini anlamı nedir?

1-Örümcek nedir?
Örümcek, eklembacaklıların örümceğimsiler(arachnida) sınıfının örümcekler (Araneae) takımından türlerine verilen genel addır. Yani sevgili barış, örümcekleri, diğer örümceğimsiler ile karıştırmamalısın. Divad üstadımın da onaylayacağı gibi diğer örümceğimsiler örümcek değildir. Başka bişeydir. Bu örümcekler hemen hemen dünyanın her tarafında yaşarlar. Hatta senin benim evimde bile yaşarlar. Yer seçmezler. Mütevazi yaratıklardır. 30.000 kadar türü vardır. Örümceklerin boyları, birkaç cm'den 20 cm'ye kadar değişir.
2- Ev nedir?
Ev insanların içinde yaşadığı ve barındığı yapıdır. Hayvanların barındığı yerlere ev denmez sevgili barış. Olsa olsa kümes, ahır, ağıl vb isimler verilir. Bazen insanların yaşadıkları yerlere de kümes veya ahır denir ki, o insanların insanlıklarından şüphe ederim. Şüphesiz, Divad üstadım benden daha iyi şüphe eder bu konuda. Bir diğer yanılgı da, kaplumbağaların evlerini sırtlarında taşıdıkları yalanıdır. Ben buna ancak kıçımla gülerim. Hatta Divad üstadım benden daha iyi kıçıyla güler.
3- Görmek nasıl olur?
Her ne kadar lise fizik kitaplarında görmek ışığın göz merceğinden falan geçip retina üzerine düşmesi ve ışığa duyarlı hücrelerin bu ışığı alıp beyne göndermesi şeklinde biyoloji ve fizik bilimlerinden yararlanılarak anlatılmışsa da aslında kazın ayağı öyle değildir. Bi kere görmek için önce bakmak gerekir. Sen örümceğe bakmazsan göremezsin de. Sonra gidip örümcek ağına düşersin maazallah.
4- Dini anlam nedir?
Dini anlam, dinle ilgili olan anlamdır. Mesela inek dediğimde, senin aklına bir hayvan gelir ama bir hindunun aklına başka bişi gelir. İşte bu dini anlamdır. İnek hindulara göre kutsal bir hayvandır. Şüphesiz, Divad üstadıma göre daha da kutsal bir hayvandır. İneğin etinden sütünden ve yününden yararlanırız. Ama hindular yararlanmaz.
5- Evde örümcek görmenin dini anlamı nedir?
İşte geldik zurnanın zırt dediği yere sevgili barış. Evde örümcek görürsen aklına önce evin tozlu ve bakımsız olduğu fikri gelir. Fakat bu dini anlam değildir. Dini anlam dinle ilgili anlamdır. Peki örümcek görmenin dini anlamı nedir? Bu soruya sen cevap veremezsin barış. Ancak ben cevap verebilirim. Bir de Divad üstadım verebilir. Örümcek için denir ki Hz Muhammed'in hayatını kurtarmıştır. Hz Muhammed bir gün bir mağarada saklanırken bunu kovalayan pis kafirler mağaranın önüne gelmişler. Bakmışlar ki mağaranın önünde kalın bir örümcek ağı var, demişler ki o zaman bu mağaraya kimse girmemiş. Sonra gitmişler. O yüzden örümcek saygı duyulası bir hayvandır dini olarak. Örümcek görmenin dini anlamı budur. Örümceği evde görmenin dini anlamı ise bu durumda sanırım evine uzun zamandır kimsenin girmediğidir.
Bu tırt sorunu cevaplamak için bu kadar uğraştım sevgili barış. Wikipedialardan copy-pasteler ettim. Kendi bilgimle harmanladım. Yanlış sorunu doğru yanıtlamaya çalıştım. Ama bakalım sen bundan kendine bir pay çıkaracak mısın sevgili barış?
Son olarak bana bu imkanı sağlayan tüm türkü dostlarına sevgilerimi sunuyorum.

Ağustos 22, 2007

Bekaret

sevgiiii: Merhaba ben 7 yaşında tecavüze ugradıgmı hatırlıyorum ama bazı şeylerden emin olamıyorum. Kendi imkanımla doktora gitmeden bakire olup olmadıgımı nasıl ögrenebilirim?


Kizlik zari muayenesi ev tipi bir testle yapilabilecek birsey degildir.Kızlık zarı vajina (dölyolu) girişinde yaklaşık 1-2 cm. içeridedir, haliyle kendi kendine kontrol etmek icin cok kuvvetli isiga, cok esnek bir bedene ve keskin gozlere ihtiyac vardir.


Yine de kendi imkanlarinla, (virgul) doktora gitmeden bakire olup olmadigini ogrenmek istiyor isen sana onerim deneysel ve zevkli bir yol izlemen: bir an evvel sevdigin bir kisi ile bir kosu sevisip bakire olup olmadigini ogrenebilirsin.

Hem ugradigini dusundugun tecavuz, hem de bekaretinle ilgili noktalari iyice aydinliga cikarmak istersen sana hipnozu da bir cozum olabilir. Istanbul'da yasiyor isen mutlu insan Cenk Kiper"e kendini gosterip hem jinekoljik muayeni (ki yilda bir yaptirmak ehvendir) olur hem de hipnozla unuttuklarini hatirlamayi deneyebilirsin.


Soruya geri donecek olursak kendi imkaninla, doktora gitmeden bakire olup olmadigini ancak seviserek ogrenebilirsin.


Kolayliklar dilerim.

Ağustos 20, 2007

Görünmezlik

mevudugaga: görünmez olabilir miyim ?

Görünmezlik, binlerce yıldır insanların ilgisini çekmiş bir konudur. Tüm insanlık tarihinde görünmez olmayı başarmış çok az insan bulunsa da, görünmezlik konusunda teori ve pratik bir türlü anlaşmaya varamamıştır.

Işığın, işine geldiği zaman parçacık, işine geldiği zaman dalga özellikleri göstermesi, görünmezlik araştırmalarının teorik kısmını çok zorlar. Işığı yansıtmadan, doğrudan geçiren bir canlının, gözünün de aynı özelliğe sahip olması onu kör yapar. Bu bilginin varlığı bile birçok İsviçreli bilimadamını görünmezlik araştırmalarından vazgeçirip, üç açılı diş fırçalarına yönlendirmiştir. İsviçreliler'in yerini alan Japonlar, çekik gözlerinin de avantajını kullanarak görünmezlik giysisini bulmayı başarmışlardır:
http://theblogjoint.com/wp-content/uploads/2006/07/invisibility_cloak.jpg
Bir taraftan kaydedilen görüntüyü diğer taraftan yayınlama prensibine dayanan bu giysinin verimli olması için ütülü olması şartı, giysinin pazar payını kısıtlamıştır.

Edebiyatta ise görünmezlik konusu çoğu zaman yüzükle çözülmüştür. Eflatun'un Devlet'iyle yolculuğuna başlayan görünmezlik yüzüğü birçok edebi eserde sahibiyle beraber görünmez olmuş, nice badireler atlatmış, elden ele dolaşmıştır. Yüzüklerin Efendisi'nden sonra Hakan Şükür'ün eline geçen yüzük, golcünün milli maçlarda kullandığı uğuruna dönüşmüştür.

Evet, görünmez olmak mümkündür. Unutulmaması gereken, görünmezliğin mutluluk getirmediğidir.

Haziran 26, 2007

ya tutarsa...

ozlem: köpekler neden kedileri kovalar? evrimsel açıklaması var mıdır?

Köpeklerin hafızaları kuvvetlidir. Yabani devirlerini unutmamışlardır. O devirlerde, kendinden küçük hayvanlarla avlanan; türünü, cinsini umursamadan kovalayan köpekler, günümüzde bu içgüdülerini kedi kovalayarak tatmin ederler.
Aslında köpekler sadece kedi kovalamaz. Gerizekalı gibi kendi kuyruklarını kovalamaları (gerizekalı belki biraz ağır kaçtı ama siz hiç kendi kuyruğunu kovalayan bir yunus veya insan gördünüz mü?) ya da fırlattığınız sopayı geri getirmeleri ("aha da yakaladım, öldürdüm") de aynı içgüdünün yansımalarıdır.
Köpekler kedileri çoğu zaman eğlencesine, piçliğine kovalar. Yine de, özellikle çok sayıda köpeğin aynı anda kovaladığı durumlarda, yakalanan kedinin bir hayli hırpalandığı görülmüştür. Kimi zaman köpekler işi öylesine abartır ki, iki köpek karşılıklı olarak kedinin kafa ve kıç bölgesinden ısırıp kediyi üç parça olarak bırakırlar. Yazık günah.

Mayıs 30, 2007

Nemenem

ecem: eger bugün hava sıcaklıgı 0 derece ise ve yarın 2 kat daha soğuk olacaksa yarın hava kaç derce olacaktır

Havadaki nem oranını bilmeden bu soruya tam randımanlı bir cevap verilemez. O yüzden cevap 5 derecedir. O derece yani.

Mayıs 20, 2007

Yovarlak

sidikli kontes: Yanilmiyorsam en cok vapurun kicinda dururken goruruz ya, o kopukler neden beyaz beyazdir hep?

Köpük dediğimiz şey, küre şeklinde minik su kabarcıklarıdır. Bu su kabarcıkları, ışığı yansıtırlar. Küre şeklinde oldukları için, kırmızıdan mora kadar tüm dalga boylarındaki ışıkları yansıtacak bir açıları mevcuttur. Bu sayede ışık ne yönden gelirse gelsin, neredeyse her yöne, tüm renkleri yansıtırlar. Tüm renkleri yansıtan maddeler beyaz gözükür.

Mayıs 19, 2007

İsteyenin Bir Yüzü, Vermeyenin...

Yine Ben: Bu KARANLIK Sol elini niye bukadar önemiyor. Niçin ona özel site açmış? Sağ elinin ne ... :D Bir elin NE si var .. Sesi var Anladın sen onu :D

Efenim 23,92 senelik hayatımın son 12 senesinde her kötü günümde yanımda olan SolElim'den başka bir şeye özel site açmam çok abes kaçardı. Hiç düşündünüz mü T-Rex neden çok asabidir? Kolları kısa diye mi? Yoksa kollarının kısa oluşu başka bir şey yapmasına engel olduğu için mi? Bu arada sol elimin adı "Elizabeth"tir, sağ elimin ise "Eleanor", biri kraliçe diğeri Rigby ;)

Martılar Dozunda Uçar

ichi: Blogumu okuduguna gore, aslında ne sorucağımı tahmin ediyor olmalısın. "Martılar"! Neden önce biraz bir tarafa sonra diğer tarafa gidiyorlar? Ve ne kadar yüksekten uçacaklarına nasıl karar veriyorlar?

diye sormuş ichi bacı.


Efenim öncelikle martılar bir o tarafa bir de bu tarafa giderler gerçekten. Özellikle vapurları takip edip simitlerini oradan çıkaranların bir çoğunun kafalarına aldıkları simit darbelerinin etkisinin buna yol açtığı üzerinde tartışmalar olan bir konudur. Artık neye sığınıp martıların kafasına simit atıyorlarsa yurdumun yardımsever insanları, garibim martılar kafalarında Dizzy Gillespie melodileriyle uçuyorlar.

Martı olmak doğası gereği zor bir şey. Akbaba olmak gibi. Martıcıklar çöpten besleniyorlar, o yüzden İstanbul boğazında bir çok martı varken kirlilik haritasında daha düşük bölgelere gittiğimizde martıların sayısı azalmakta. Bence Boğaz'ın temizlenmesi ekolojik dengeyi bozup martıların soylarının tükenmesine yol açabilir. O yüzden atıklarımızı her zaman olduğu gibi denize dökmeye en üst düzeyde önem göstermemiz gerekiyor. Şahsen ben, ee, neyse söylemeyeyim...

Martılar yüksekten uçmazlar. O yüzden pek karar verecek durumları yok. Yalnız enteresan bir şekilde Kırlangıçlar için bu soruyu yanıtlayabiliriz, ne de olsa "O Soruyu Sor" doğru soruları da hiçbir ücret talep etmeden sormakta.

Kırlangıçlar yüksekten uçarlar. Bu mahlukat yerden oldukça yüksekte uçan, takılan, dolanan böcekleri yer. Ama bazen görürüz ki alçaktan da uçarlar. Hatta onların alçaktan uçtuklarını gördükten sonra yakında yağmur yağacağını da anlarız. (Şahsen ben çok zeki olduğum için anlıyorum ama bu bilgiyi gene de paylaşayım) Bir termometre ve barometreyle yağmurun yağacağını anlıyoruz. Düşük sıcaklık ve yüksek basınç kardeşliği. Aynı şekilde bu böcekler de yeryüzüne daha yakın takılıyorlar bu koşullarda. Onları yiyen kırlangıçlar da peşlerinde olmak üzere... Hoop, ondan sonra da yağmur yağıyor. Vay anasını değil mi sayın seyirciler?

(Zengin bitirişi yaptım, farkındayım.)

42

izumi: benim asıl merak ettiğim, "o soruyu sor" ile kastedilen soru nedir? net cevap (net soru) bekliyorum.

Bundan yıllar yıllar önce (yaklaşık 17 milyon yıldan bahsediyoruz burada), evrenin uzak bir köşesinde yaşayan üstün zekâlı yaratıklar, hayatın, evrenin, her şeyin cevabını bulması için süper güçlü bir bilgisayar ürettiler. Teknik ayrıntılarına girmeyeceğim bu bilgisayar, cevabı bulmak için 7 milyon yıl istedi bu üstün zekâlı yaratıklardan.

7 milyon yıl sonra, bu üstün zekâlı yaratıklar, tekrar bilgisayarın başına gelip baktılar, cevabı buldu mu bulmadı mı diye. Bilgisayar cevabı bulmuştu ve cevap 42 (yazıyla 42) idi.

Bu cevabı duyan üstün zekâlı yaratıklar, “olacak şey değil, olamaz, hayatın, evrenin her şeyin cevabı 42 olamaz” diye celallendiler bilgisayara karşı. Bilgisayar da “bu dediğiniz bir soru değil, doğru soruyu bulursanız cevabın 42 olacağını görürsünüz” şeklinde bir Türkçe dersi verdi. Bunun üzerine, Türkçe konusunda pek başarılı olmayan bu üstün zekâlı yaratıklar ki zekâlarından şüphe duyarım, “o zaman bize soruyu söyle” şeklinde yeni bir istekte bulundular. (sevgili okur, dikkat edersen bu üstün zekâlı yaratıklar soru sormadılar hiç) Bilgisayar da “bu soruyu ben hesaplayamam, onun yerine gidin insan ırkı diye bir ırk var, yerküre adında bir gezegende yaşıyorlar, hayatları soru sormakla geçiyor, illaki sordukları sorulardan biri değilse öbürü bu cevabın sorusudur” şeklinde bir akıl verdi. Zira bu yaratıklar soru sormayı bilmiyorlardı, çünkü çok üstün zekâlı oldukları için zaten bütün cevaplara sahiptiler.

Bunun üzerine bu üstün zekâlı yaratıklar, ki kendileri dünya üzerinde fare şeklinde görünürler, 10 milyon yıl önce insanlar üzerinde deneyler yapmaya başladılar. Deney yaptıkları anlaşılmasın diye de, sanki insanlar onların üzerinde deney yapıyormuş havası yarattılar.

10 milyon yıl boyunca fareler insanların ağzından doğru sorunun çıkmasını beklediler. Son dönemde, bu fareler, internet teknolojisini de kullanarak, google, yahoo falan, dünya üzerindeki soruları toparlamaya başladılar. Bu sitelerden biri de, sevgili okuyucu, işte şu anda okuduğun blogdur. Dikkat edersen blogun adresi “evrenesorun” dur. Evronosoğlu ile bi alakası yoktur. Bu blogda siz “evren” e sorarsınız. Evren diyorum, aloo, çaktınız mı köfteyi. Evren uzay falan, bunlar insan aklının alamayacağı şeyler.

Peki, bu yazının sonucu nedir sevgili okuyucu.

Sonuç şudur.

Evren ismindeki, divad veya karanlık takma isimlerini kullanan kişi bir faredir.

Peki izumi’nin sorusunda cevap nedir? Daha doğrusu izumi’nin sorduğu sorudaki soru nedir?

İşte bu konuda henüz kesin bir soru bulunamamakla beraber, bugüne dek cevaba çok yakın sorular bulunmuştur. Bu sorulardan en yakını ise, "what do you get when you multiply six by nine?" şeklinde tezahür etmiştir. Dikkat edersen sevgili okuyucu, sorunun cevabı aslında 54’tür. Fakat üzülmemek lazım sevgili okuyucu. Cevabı 42 olan soru da pek yakında bulunacağa benziyor. Hele bu internet teknolojisi varken en geç 1 milyon yıl içinde “o soru” bulunacaktır.

Alx


Not: Sevgili Alx'e yardımlarından ötürü teşekkür ederim.

yeşil tuttum cennetten

aşk_lanetli: namus konusunda büyük günah işledin tövbe ettin kabul olurmu

Bu soruda ikinci tekil şahıs (sen) kullanarak beni şaşırtan arkadaşa öncelikle teşekkür ederim. Namus konusunda son günlerde işlediğim, halen de ısrarla işlemekte olduğum büyük günahı nereden haber aldığı, nasıl bildiği konusunda fikrim yok. Rüyalara giren ak sakallı dedeymişçesine sorduğu bu soru, beni derin derin düşünmeye, kendimle hesaplaşmaya itti. (Yalan lan, aynen devam. Nato kafa nato mermer bendeki.)

Öte yandan noktalama işaretlerine dikkat etmemesi, soru edatı ve kayıp kıta "mu"yu ayrı yazmaması beni derinden yaraladı. (Bu da yalan. Çok da tın...)

Tövbe konusuna müslümanlık açısından yaklaşırsak, din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde öğrendiklerimle bu soruya kolaylıkla cevap verebilirim. "İslam kolaylık dinidir" diye boşuna dememişler. Tövbe ettiğiniz şeyi tekrar yaparsanız, tövbeniz kabul edilmemiş demektir. Tekrarlamazsanız tövbeniz kabul edilmiştir. Bu sayede tövbe-kontrol mekanizması inanan kişinin kendi iradesine bağlanmış; kabul edildi, edilmedi, referanduma gitti gibi belirsizlikler ortadan kalkmıştır. Günahın büyüklüğünün belirleyiciliği yoktur. Kolaylık dini diye buna derim.

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Deniz Teknolojileri Mühendisliği'nde yapılan bir araştırmada, "bir daha yapmazsan tövben kabul edilmiştir." bilgisine ulaşan her iki müslümandan birinin hafifçe gülümsediği, "ölmeden önce her şeye tövbe ederim lan nolcak" şeklinde düşündüğü ortaya çıkmıştır. Bu oranın Anadolu'da daha da yükseldiği, özellikle tahıl ambarı özelliği taşıyan coğrafyalarda yüzde 99'lara vurduğu sonucuna ulaşılmıştır. Kolaylık dediysek o kadar da değildir. Şu an araştırmaya üşendiğim bir kısım kaynaklarda, bu düşünceye cevaben "hadi leeyn" şeklinde metinler bulunabilir.

Tövbe, dinden bağımsız, sadece kişiye bağlı bir kontrol mekanizması olarak ele alındığında ise konuyla ilgili kaynak bulmak daha da kolaydır. Levent Yüksel'in "bi daha" şarkısı bile yeterince akademik bir belgedir. Buyrun:

oynaşır mıyım bi’ daha
kadın mı kız mı bi’ daha
ben ettim sen etme affet
bırakma beni bu karda kışta
bitti
geçti gitti tövbe
tövbe tövbe
tövbe tövbe
e tövbe e tövbe
dolaşır mıyım bi’ daha
o bar bu bar geceden sabaha
hadi kapat beni evlere at
dönersem eger koy kapıya
kalk gidelim
ele oh dedirtme
sevdigini kurda kuşa yedirtme
hadi gidelim kalk gidelim
bize gidelim eve gidelim
bi’ daha bi’ daha
tövbe e tövbe
a a ben mi sert erkegim
kanatsız bir melegim
dersimi aldım geldim
ver elini ayagını öpeyim
tırnagın bile olamaz
ben degil onlar yaramaz
bu hain sensiz yapamaz
kapıyı aç n’olur gireyim
kalk gidelim
ele oh dedirtme
sevdigini kurda kuşa yedirtme
hadi gidelim kalk gidelim
bize gidelim eve gidelim
bi’ daha bi’ daha
tövbe e tövbe
aklımı aldı başımdan
oldum eşimden arkadaşımdan
cehaletime gençligime ver
hadi geri sar al en başından
oynaşır mıyım bi’ daha
kadın mı kız mı bi’ daha
ben ettim sen etme affet
bırakma beni bu karda kışta
kalk gidelim
ele oh dedirtme
sevdigini kurda kuşa yedirtme
hadi gidelim kalk gidelim
bize gidelim eve gidelim
bi’ daha bi’ daha
tövbe e tövbe

Mayıs 14, 2007

Burp!

sidikli kontes: Tahin helvasi yerken gazoz icersek neden kopuruyoruz?

"Efendim bunlar münferit olaylardır." demek isterdim ama aslında fiziksel bir olaydır söz konusu olan. Daha çok bilinen örneği, kolanın içne atılan şekerin kolayı köpürtmesidir. Benzer şekilde mentos denen şeytan icadı ürün de kolanın içine atıldığında kolayı çılgınca köpürtür.

Gazlı içeceklerin aniden delicesine köpürmeleri bunun bir kimyasal değişim olduğunu düşündürebilir ama aslında gerçekleşen olay çözeltinin içindeki çözülmüş haldeki gazların, gaz fazına dönüp çözeltiyi terk etmelerinden başka bir şey değildir.

Şekerin buradaki görevi, gazların çözünürlük oranını değiştirmek değildir. Sadece, yapısı gereği gazların çözeltiden ayrılmasına yardımcı olur. Bol girinti çıkıntılı ve delikli maddeler, gazlı çözetilerdeki gazların fazına dönüşmelerini kolaylaştırırlar. Buradaki tanımı, "kapladığı hacme göre yüzeyi çok büyük olan maddeler" olarak özelleştirebiliriz.

Bu olay sadece şekerle değil, benzer yapıdaki tüm maddelerle rahatlıkla gözlemlenebilir. Kuru kumla bile gazoz köpürtülebilir. Tek fark kristal kolada yaşanır. Kristal kola mübarek bir içecek olduğu için köpürmez, abdestini bozmaz.

Ahmet Mithat Bey ve Julide Hanım

şura: 50.yıl marşının yazılma nedeni nedir?Hiçbir yerde bulamıyorum.

1975 yılının ekim ayında, 50. yıl lisesi müdür muavini Münir Bey odasında çayını yudumlarken "Yahu bizim okulun niye marşı yok?" diye düşündü. Bu düşüncesini okulun müdürü Ahmet Mithat Bey ile paylaştı. Müziğe ve özellikle de müzik öğretmeni Julide Hanım'a ilgi duyan Ahmet Mithat Bey konuyla yakınen ilgileneceğini belirtti.

Ahmet Mithat Bey, Julide Hanım'ın öğleden sonraki ilk boş saatinde konuyu Julide Hanım'a açtı. Julide Hanım da Ahmet Mithat Bey'e karşı boş değildi. Marş besteleme konusunda çok istekli olmaması ve kendisine güvenmemesine rağmen Ahmet Mithat Bey'i kırmak istemedi.

Mesai bitiminden sonra beraber çalışan ikili, üç hafta sonunda beste ve güfteyi sonlandırmıştı. Takip eden günlerde, Julide Hanım seçtiği on öğrenciyle beraber marşı çalıştı. Kasım ayının sonları geldiğinde marş hazırdı. Cuma akşamı yapılan bayrak töreninden sonra marş ilk kez bu on öğrenci tarafından kalabalık önünde söylendi:

Ellinci yıl lisesi
Gençliğin gür sesi
Julide Hanım'ın bestesi
Ahmet Bey'in güftesi

Ellinci yıl lisesi
Ulu önderin nefesi
Julide Hanım'ın bestesi
Ahmet Bey'in güftesi

Çok tırt bir marş olmuştu. Haftalarca beraber çalışan Ahmet Mithat Bey ve Julide Hanım marşla ilgilenmek yerine flört etmiş, marşı son haftaya bırakmıştı.

Ahmet Mithat Bey ve Julide Hanım 1976 yılının yazında evlendiler. Ankara Seyranbağları'nda bulunan 50. yıl lisesinin koridorlarında akşam saatlerinde bugün bile Ahmet Mithat Bey ve Julide Hanım'ın marş hazırlıkları duyulabilir. Ahmet Mithat Bey'in gür sesiyle söylediği sözlere Julide Hanım'ın naif solfeji eşlik eder.

Mayıs 13, 2007

su

alx: üstadım

buyrun benim.

alx: şimdi balın bozulmadığını biliyoruz. ve sütün de bozulduğunu biliyoruz. peki ballı süt bozulur mu? beni aydınlatırsan sevinirim.

Öncelikle buradaki "bozulma" olayını açığa kavuşturmak lazım. Balın bozulmaz diye bilinmesinin sebebi plazmoliz olayıdır. Hücreler, içinde bulundukları ortama uyum sağlama gayreti gösterirler. Bu uyumun ilk aşaması özkütle eşitleme gayretidir. Kendisinden daha yoğun bir ortamda bulunan hücre, içindeki sıvıyı (çoğunlukla suyu) dışarı vererek ortamın yoğunluğuna yaklaşmak ister. (Plazmoliz) Kendisinden az yoğun bir ortamda bulunan hücre ise ortamdaki suyu alarak kendi yoğunluğunu düşürmeye ve ortamın yoğunluğunu arttırmaya çalışır. (Deplazmoliz) Sonuç olarak, kendi yoğunluğundan çok farklı bir ortama konulan hücre ya susuzluktan kuruyarak, ya da çok su alıp patlayarak hücreler cennetini boylar.

İçinde mikroorganizma barındırmayan yoğun maddeler, kolay kolay bozulmazlar. Bal bunların en güzel örneğidir. Süt ise gerek protein deposu özelliği gerekse uygun yoğunluğu sebebiyle mikroorganizmalar için pek güzel bir yaşam alanıdır. Süt banyosunun konuyla uzaktan yakından alakası yoktur.

Ballı sütün durumu ise içindeki bal yüzdesine bağlıdır. İçinde birkaç kaşık bal bulunan bir bardak sütten bahsediyorsak, fazla vakit geçirmeden içmek en güzeli olacaktır. Bir kavanoz balın içine birkaç kaşık süt atıp homojen bir karışım elde etmeyi başarmış isek davranış tarzımız farklı olabilir. Bahsi geçen karışımı, salondaki sehpanın üzerine yerleştirip gelene gidene "Bozulmayan süt yaptım. Bakmayın renginin farklı gözüktüğüne." şeklinde caka satılabilir. Kına rengini yakalamış olan karışım, gerekirse başka amaçlar için kullanılabilir. Daha başka bölgelerin bozulması engellenmiş olur. Mutlu yarınlara doğru yelken açılır.

Mayıs 06, 2007

Çok Hızlı Yanıtlayalım

Çok soru birikmiş bir kaç tanesini birden yanıtlayayım.


Davud: Nick>>"Karanlık" Post headerını Roma Rakamlarından arındırsa Ne olur?

Böyle bir şey tanımlı değil malesef. Yalnız aynı kişinin romen rakamları kullanmadan yazdığı post'ları için (bkz : divadeiwob.blogspot.com)

igloo: lidyalıların bulduğu parayı kim kaybetti?

Lidyalıların buldukları parayı valla ben kaybetmedim.

pınar: TBMM'nin açılış süreci

144 IQ'ya sahip olmama rağmen (söylemesi ayıp, tam 144 tane var bende) anlamış değilim. Bunu bir çok farklı şekilde soru haline getirmek mümkün. Bence TBMM'nin açılışı sürecini merak etmektense "ne istediğini" öğrenmen daha faideli olur sanırım.

izumi: en iyi öğrenci derse gelmeyen, boş kağıt veren öğrenci midir?

En iyi öğrenci derse gidip boş kağıt veren öğrencidir. En iyi yardımcı öğrenci dalında ise derse gelmeyip dopdolu kağıt veren gelir. Derse gelmeyen ve boş kağıt veren öğrenci ise yaşam boyu başarı ödülünü kimseye kaptırmaz.

.: Ben aslında hangi soruyu sormak istiyorum?

Neden ne aradığını bilemeyen kişi hiçbir şey bulamaz?


ser, rumeysa ve ichi, sizin yanıtlarınız ayrı bir post olarak gelecektir, sabrın sonu selamet

Nisan 25, 2007

Sözlü

mehmet: oral seks nedir? niye yapılır? nasıl yapılır? kim yapar? nereden yapar? ne zaman yapar? kafirlik midir? eğer bu soruyu da güzel yanıtlarsan sırada başka sorum var hazırda.

Mehmetçiğim beni korkutmaya devam ediyor. Bundan sonra böyle edepsiz, ahlaka mugayır sorular gelirse yanıtlamayacağım. Haberin ola.

Öncelikle cinsellikle ilgili olarak bilgi edinmek için yanlış bir kaynak olsam da bu blogda yer alan diğer katılımcı arkadaşlardan daha tecrübeli olduğumu söyleyebilirim. Tecrübenin yenilen kazıkların bileşkesi olması lütfen sizi yanlış sonuçlar çıkarmaya itmesin. Ayıbolur.

Sırayla yanıtlayalım;

Soru 1 ) Oral seks nedir?

Yanıt 1 ) Oral seks bir porno filmin prolog ve epilog kısımlarıdır. Oldukça teknik bir terimdir. İkisini de kapsar. Filmin sonu mu yoksa başı mı olduğunu anlayamazsınız. Çemberi tamamlar.
Ayrıca bir tür müzik de denebilir bunu, nefesli bir çalgı çalan biri ve ses çıkaran ikinci bir kişiden de oluşabilir.

Soru 2 ) Oral seks niye yapılır?
Yanıt 2 ) Daha gelişmiş ve bir çok harekete uygun olan ağzın ve dilin ( hatta bazı zamanlar boğazın) başka yerlerin yapamayacağı şeyleri yapmasının getirdiği artılar yüzünden tercih edilebilir. Ek olarak oral fiksasyon denen bir zamazingo vardır ki bu da sebepler arasındadır.
Ayrıca üst düzeyde uyarımı da sayabiliriz.

Soru 3) Oral seks nasıl yapılır?
Yanıt 3 ) Valla çok güzel yapılır.

Bu güzellik kişiden kişiye, teknikten tekniğe değişir, bu kadar sınırlı bir malzemeyle yaratıcı işler yapmak zor olsa dahi bir şekilde insanlar bunu öğreniyorlar ve uyguluyorlar. En güzeli "gönülden" yapılanıdır. Daha fazla bilgi için "hedır buruuk"un bu konuyla ilgili videolarına başvurabilirsiniz Mehmet kardeşim.

Soru 4) Oral seksi kim yapar?
Yanıt 4) Oral seksi karılarını aldatmayan erkeklerin karıları yapar. ( ve tabi vice versa) Zaten Tom Robbins de bu konuya "Half Asleep in Frog Pajamas" kitabında değinmiştir: "Bana oral seks yapmayan bir kadın gösterin, size sadık olmayan bir koca göstereyim."

Soru 5) Oral seks nereden yapılır?
Yanıt 5) Oldukça sivri ve oldukça derin yerlerden yapılır. (Hayır, burun ve delikleri değil)

Soru 6) Oral seks ne zaman yapılır?
Yanıt 6) İlk yanıtımda söylemiştim ama buna ek olarak restoranlar, bar tuvaletinde sıra beklerken, arabayla giderken, sevgilinizin arkadaşıyla film izlerken sevgiliniz tuvalete giderse vs vs, yeter ki isteyin, her zaman olur.

Soru 7) Oral seks kafirlik midir?
Yanıt 7) Değildir.

Tabi internette bir çok kaynak var. Özellikle "The Art of Oral Sex" diye aratırsanız bu konu üzerinde yapılmış bir çok bilimsel araştırmayı okuyabilirsiniz. Görsel ve işitsel kaynaklar için kullanmanız gereken anahtar cümleleri ben söylemeyeyim.



Not: Oral seks üzerine yapılacak her çalışma bu konuya sadece bir "introduction" olabilir. O yüzden rahat olun. Amatör ruhunuzu yitirmeyin. ( tabi takım ruhuyla yaparsanız bu işleri daha iyi de olabilir )


Nisan 24, 2007

resim değil fotoğraf!

can: abi ben netten konuştuğum biriyle buluşucam, yalnız kız inatla resmini yollamadı bana, ilk buluşma için vereceğin tiyolar var mı?

Resmini yollamasın zaten, fotoğraf daha bir belirleyici olur. Kenan Evren güzel resimler yapıyormuş ama siz Scarlett Johansson fotoğraflarını tercih ediniz. Artık bazı kafaların değişmesi lazım.
Tiyo: Traş olup gidin, en azından biriniz bıyıksız olur.

Nisan 23, 2007

Bitki dediğin delikanlı olur

19 Apr 07, 10:20
fatih: eşcinsel bitki var mı?

Eşcinsel bitkinin biyolojik veyahut fiziksel olanaklılığını bir yana bırakalım, türk bitkilerinin hepsi sapına kadar errkek oldukları için cevabı hayır sorunun. Ecnebileri ise dejenerasyonla hak yolundan bildiğiniz başka yollara sapmış olabilirler.

Etten sütten

15 Apr 07, 08:27
serkan: hangisi yavrusunu sütle beslemez?

Mesela ökaryotlar yavrularını sütle beslemezler. Lakin ne hayvan, ne nankör yaratıklarmış diye düşündürmesin bu sizi; insanoğlu anasına babasına, cocuğuna böbrek verenleri vefalı addederken bu ökaryotlar kendilerini yarım yarım çocuklarına veriyorlar, daha ne yapsınlar.

Nisan 13, 2007

Neden?

13 Apr 07, 13:13
CNN: Neden Neden.
13 Apr 07, 13:14
CNN: Neden?

diye sormuş, insan gibi yanıtı şudur bu sorunun:

Neden olmasın?

Nisan 07, 2007

dakka bir gol bir

rencLisym: antibiyotik içtikten kaç saat sonra alkol alınabilir? :)

Antibiyotik içtikten sonra her saat, her an alkol alınabilir.
"Doğal seleksiyona örnek verir misiniz?" şeklinde bir soru gelirse, onun da cevabı olsun bu şimdiden.

Nisan 03, 2007

Eti senin kemiği benim!

Alx: webcam im çalışmıyor, neden?

Tembellikten.
Yollayın sanayiye, çalışsın orda eşşek gibi. Öğrensin hayatı.

Mart 25, 2007

Fake Can Be Just As Good

mehmet: burayı cinsel sorunlar merkezi haline getirmek istemesem de sormaktan geri duramıyorum. Orgazm nedir, ne değildir?

Mehmet kardeşim de bir bildiğim yerden bir de bilmediğim yerden soruyor. Allah sonumuzu hayır etsin.

(Bu arada umarım sen 1.85 boyunda ve saçlarını kestirdikten sonra 16 yaşında gösteren Fizikçi Mehmet değilsindir)

Hiç sevişmemiş, hiç bir kadının sıcaklığını hissedememiş (bu ikinci laf 300'ten) biri olarak bu soruyu yanıtlamak oldukça zor olacak. Ama olsun, her ne kadar Güneş'e kimse gitmese de orası hakkında bir çok şey biliyoruz. Aynı basit mantıkla first hand olmayan information'larımı share edeyim.

Master ve Johnson ( Johnson'ın aslında soyadı Servant'mış. Hatta Depeche Mode'un bir şarkısı dahi vardır bu iki kankardeş için) kitaplarından öğrendiğim kadarıyla sevişmenin 3. basamağıdır orgazm. Oysa Reich'a göre bu 4. basamak. Benim görüşüme göre ise bu 7. basamaktır ama aradaki basamaklardan atlamak mümkündür. Yani ikinci kısma gelmeden, ilk öpüşmelerle, koklaşmalarla da orgazma ulaşmak mümkündür. "Was ist das, das Orgasmus?" kitabında ise Heidegger bu konunun çok iyi bir tanımı yapmıştır. Yalnız kitabın başında eski yunanca olarak yer aldığı için bendeniz o kısımları anlamamış ve sadece resimlerine bakarak yetinmiştim.

Her iki cins de orgazma ulaşabilirken erkeklerin daha sık ve kolay orgazma ulaştıkları yalanı ortalığı sarmıştır. Evet, erkekler biraz daha şanslıdır ama durum tam da çizildiği şekliyle değildir.
Her yüz kadından sadece 15'inin orgazm olabileceği yapılan araştırmalarla gösterilmiştir. Vajinanın yapısı gereği çogu kadın bu mutluluktan mahrum kalmaktadır. Tabi ortalamaya vurunca ise her yüz sevişmeden sadece ikisinde (evet sayıyla 2) kadınlar orgazm olabilmekte. Oysa bunu erkeklere sorduğumuz zaman onlar partnerlerinin yüzde 85 oranında orgazm olduğunu söylemekte. Tabi bunda kadınların rol yapmasının etkisinin yüzde 83.2 olduğunu söylemek lazım. Çeşitli sebeplerden ötürü (kadınlar siz bunları biliyorsunuzdur, erkekler ise mail atabilirler bana) kadınlar "fake orgasm" yolunu seçiyorlar.

Tabi çok abartmayalım durumu. Erkekler ise çoğu zaman orgazm olduklarını zannediyorlar. (Zaten garibim erkekler hiçbir bok bilmiyorlar) Oysa yapılan araştırmalar gösteriyor ki erkeklerin yüzde 48'i boşalma anında yaşadıkları durumu orgazm zannediyorlarmış. Yüzde 35'lik kısım ise çoğu zaman "işer gibi" boşaldıklarını söylemişler. Yani anlayacağınız tuvalate gitmek bile daha iyi olabilir aslında. Benim de inancım budur. Evet, doğal olarak süreç gereği kalp daha hızlı atmakta vs ama buna orgazm demek çok büyük bir hakaret olur. Erkeğin kültürel seviyesi arttıkça genelde onu doyuma ulaştıracak yöntemler de değişmekte. Bunların neler olduğu da bende saklı ama buradan kadınlara sesleniyorum her boşalma bir orgazm değildir ve büyük ihtimalle bir erkek ( eğer çok şanslı değilse) yüzde 5 civarında orgazm olabilir.

Kapanışı çok güzel ve zeki bir olan kadın olan Sharon Stone'un ağzından yapalım: Women might be able to fake orgasms. But men can fake whole relationships.

"Bana balık tutmayı değil, mektup atmayı öğret..."

sss_dilek_sss@hotmail.com: balıkla mektup arasındaki fark nedir???

Balıkla mektup arasında bir sürü fark vardır. Kamuoyunda en çok bilineni, balığın pulu yapısı gereğidir, oysa mektubun pulu ptt'nin dileğidir.
Balığı yoğurtla yiyen sakata gelebilir, mektubun böyle bir riski yoktur. Balık sadece suda hareket edebilirken, mektup nispeten daha özgürdür.
Açılan mektup tükürükle yeniden yapıştırılabilir ama açılan balığı "benim" diyen japon yapıştırıcı yapıştıramaz. Zaten bir japon yapıştırıcının konuşabildiği, üstüne üstlük türkçe öğrenip "benim" dediği pek sık görülen bir doğa olayı değildir.
Balıkçı balıkları tutan toplayan kişidir. Mektupçu şeklinde bir kullanım yoktur. Eşleniği olarak postacıyı düşünürsek, onun işi de toplamak değil dağıtmaktır. Nereye bıraktıysan ordadır.

Ode To Joy

Alx: yaw bi zamanlar kepek sorunu olan bir neşe vardı. Ne oldu ona? Kepek sorunu çözüme ulaştı mı?

90'lı yılların vazgeçilmez reklam kahramanıydı Neşe. Onunla yarışabilen bir tek Kaan Girgin vardı. O da çok fazla "pardon" dediği için fazla tutunamadı ekranlarda, kendi reklam ajansını kurup parayı kırdı ama sonrasında.

Neşe'den uzaklaşmayalım ve Ode To Joy yazımızı yazalım.

Efenim, dualizmin öncülerinden Neşe'nin kafasının yarısını (şimdi reklam yapmayalım) süper mükemmel bir şampuanla, diğer yarısını da siktiriboktan bir şampuanla yıkarlardı. 6 hafta süren bu deneyin biz sadece öncesi ve sonrası kısımlarına tanık olabilmiştik. Süpper mükkemmel şampuanla yıkanan bölge kepeksiz, diğer bölge ise bok gibi kepek kaynıyordu. Sanki İpana'nın yumurta testini uyguluyorlardı kızcağız kafasında. Allahtan sirkeye batırmıyorlardı. Neyse. Edindiğim istihbarata göre reklamlardan sonra bile Neşe buna devam etmiş alışkanlıkla. Hatta Oliver Sacks'ın o ünlü "The Man Who Mistook His Wife For A Hat And Other Clinical Tales" kitabında (çok fazla kitap okuduğumu söylemiş miydim, çok entelim) Neşe'yi görmemiz an meselesiymiş. Mr. Sacks Türkiye'ye yaptığı bir ziyaret sonrasında Neşe'ye rastlayıp neden saçlarının yarısını farklı bir şampuanla yıkadığını araştırmış daha sonrasında bunun nörolojik bir sebebi olmadığını, safi mallıktan kaynaklandığını bulunca pılını pırtını toplayıp memleketine dönmüş ve bir daha Türkiye topraklarına ayak basmayacağına yemin etmiş.

Yıllarca buna devam eden Neşe ise ilerleyen aşamalarda sadece saçını değil yüzünün de yarısını farklı bir şampuanla yıkamış. Sonunda ne olduğunu tahmin edebilirsiniz: Malzemeden çalan ipne bir kimyager yüzünden yüzünün yarısı yüzülmüş. Ama hayata sıkı sıkıya sarılan Neşe Batman Forever filminde Two-Face rolüyle karşımıza çıkmıştır.

Neşe şu an Kaliforniya'da Tommy Lee Jones olarak hayatına devam etmekte, evli ve iki çocuk babasıdır. Ayrıca Fugitive filmiyle bir de En İyi Erkek Oyuncu Oskar'ına sahiptir.

Şubat 24, 2007

Yalancı Çoban

"Çoban: neden yalan söylemememiz gerekir? başka çıkar yolu var mıki bu işlerin. nası olacak bi el atıver"

demiş. Hemen elimi atıyorum.

Yalan söylemeyelim çünkü üzerinde ortak kararlara vardığımız yaşam sisteminde yalan gibi tüm planları bozan bir şey yaşamı oldukça kötü etkilemekte.

Başka çıkar yolu var.
10 Eğer susma hakkınız varsa onu kullanın.
20 Susma hakkınız yoksa bunu edinmeye çalışın.
30 Edinemiyorsanız gerçeğin bir kısmını söyleyin.
40 Hâlâ işe yaramıyorsa gerçeğin gereksiz kısımlarını söyleyin.

Bunlar da işe yaramıyorsa herhalde işkence ediyorlardır size. Tabi üçüncü ve dördüncü madde ler biraz problemli. Yalan söylemekten pek bir farkı yok bir yandan. Ama öte yandan çok büyük bir fark yaratıyor. Çünkü şair'in de dediği gibi "yalansız dönmüyor dünya" bir insan yalan söyleme durumunda bırakılabiliyor çoğu zaman. İstemediğimiz bir çok şeyi yapmaya mecbur kalışımız gibi. Yarattığı farkı söyleyecektim unutmadan diyeyim.


Yarattığı fark şu çoban kardeşim: Eğer yalan söylemezsen "söylediklerinin" hepsi doğru demektir.

Şubat 23, 2007

Sağım Sarımsak Solum Soğan

mehmet: neden sadrazamın sol taşağı derler? neden sol?

Uzun zamandır böyle yerinde bir soruyla karşılaşmamıştım. Anında cevaplayayım Mehmet Kardeş'in sorusunu.

Efenim kendini bulunmaz hint kumaşı zanneden, kendini olduğundan daha büyük gösteren, havalı, ve özellikle kendini "çok" şey zanneden kişiler için kullanılan bir kalıptır Sadrazamın Sol Taşağı (taşak yazılır ama okurken taşşak demek gerekir) Tabi ben çok kibar biri olduğum için hiç böyle demem. Testis derim karşımdaki erkekse. Kadınsa testicle derim ki İngilizce bildiğim belli olsun diye. Tabi bana "Monster's Ball'a gidelim" diyen sevgilime "ya nabıcaz canavarın taşşağını" dedikten sonra başıma gelenlerden sonra aldığım derstir bunun müsebbibi.

Efenim beyin kıvrımlarımda yaptığım ufak bir yolculuk sonrasında bir miktar fosforun da yardımıyla cevabı buldum. Sadrazamlar arasında yaptığım incelemeler sonrasında hipotezimi kanıtladım. İstatistiklerin sonuçlarının hepsinin anlamlı olduğunu belirtir ve sonucu söylerim:

Evrende iki gerçek vardır. İlki her şey yok olur. İkincisi ise testislerden biri her zaman diğerinden daha aşağıdadır. Sağlak insanlarda (ki bu yüzde 92'ye tekabül ediyor) sol, solak insanlarda sağ testis "gözle görülür şekilde" aşağıdadır. Tabi bunun sebebinin doğuştan değil sonradan kazanıldığını bir kaç örnekle açıklamaya çalışan Kürşat ve Kocakafa Emre'nin dediklerini buraya yazmam oldukça uygunsuz kaçacaktır.

Sadrazam olmanın da iki koşulu vardır. İlki adayın sakalına ak düşmüş olmasıdır. İkincisi de taharatini hiç sağ eliyle alamış olması yani sağlak olmasıdır. Bu sebeplerden ötürü tüm sadrazamlar sağlaktır ve sol testisleri de daha aşağıdadır. Daha ağır olan sol testis de ağırbaşlılığın, azametin, ululuğun simgesi oluvermiştir.

Bu aslında bir övgü olarak başlamışken geçen yüzyılla birlikte kötü anlamlarda kullanılmıştır. O yüzden bu gidişe bir dur deyip 23 Şubat'ı Sadrazamın Sol Taşşağı'nı kutlama günü ilan ediyorum.

Şubat 15, 2007

Çilingir Sofrası Virüsleri

Alx: Bilgisayar virüsü üretenler böyle olsun mu? Sorarım size. Ha, olsun mu?

ve

Alx: Çilingir sofrasına neden çilingir sofrası denir? Benzer şekilde nalbur sofrası, hırdavatçı sofrası gibi versiyonlar da üretilebilir mi?

diye sormuşlar. Vakit kaybetmeyelim ve yanıtlayalım.


Öncelikle bilgisayar virüsü üreten böyle olsun mu derken sanırım Alx kardeşimiz başka şeyleri ima ediyor. Kendisini kını kını kını kınıyorum ve kendisinin bilgisayar virüslerine müstehak birisi olduğuna kanaat getiriyorum. Tabi principle of charity bize böyle şeyler düşünmememiz gerektiğini söyler ama ben bu riski alıyorum.

Bilgisayar virüsü üretenler böyle olmasınlar. Ayıp sitelere girerseniz tabi bulaşır. Bin tane mail grubuna üye olursanız gene bulaşır. Crack'li programlar kullanırsanız gene bulaşır. O yüzden bilmiyorum, bu bilgisayar dünyasında hepimiz suçluyuz zaten, virüsleri yazanlar da suçlu ama olsun, önce kendimize bakalım.

---------------------------------------


Çilingir sofrası muhabbeti biraz enteresan. Ben küçükken "Bugün" diye bir gazete alırdık. Televizyon veriyordu o yüzden. Hala da onu kullanırız. Neyse efenim, orada hep sosyete haberleri olurdu sağ alttaki sıcaklamış hanfendi dışında. Oradaki haberlerin birinde görmüştüm. Kaya Çilingiroğlu New York'a giderken uçakta "Çilingir Sofrası" kurmuş. Vay dedim, bak sen dedim. Adama bak dedim. Sonra başka yerlerde de bu lafı duyunca Kaya dedim, ulan dedim, ne adammışsın dedim. Helalolsun dedim.

Sonra büyüdüm, aldatılmış hissettim.

Kazın ayağı öyle değilmiş. Çilingir sofrası eskiye dayanıyormuş. Ama önceden Çeşnigir'miş. 1922'de Saltanat'ın kaldırılmasıyla tüm çeşnicibaşılar işlerinden oldukları için kelime değişmiş. Çilingir olmuş. Zaten yaptığım araştırmalar sonucu Çilingiroğlu ailesinin köklerinin Saray'a dayandığını da öğrenmiş durumdayım.

Neden çilingir diye soracak olursanız.. Ne? Sormuyor musunuz? Peki o zaman, ben de anlatmıyorum o halde.

Yalnız bir not olarak şunu diyeyim. Nalbur sofrası, hırdavatçı sofrası olamaz çünkü Nalburcu Sofrası ve Hırdavat Sofrası vardır, doğruları da bunlardır.

Sevgileri, saygılar...

Şubat 08, 2007

Okunduğu Gibi Yazılma

meraklı izleyici: türkçegerçektendeyazıldığıgibiokunanbirdilmidir? türkçedışındayazıldığıgibiokunanbaşkabirdilvarmıdır? varsahangidildir? yoksanedenyoktur?

yani,

Türkçe gerçekten de yazıldığı gibi okunan bir dil midir? Türkçe dışında yazıldığı gibi okunan başka bir dil var mıdır? Varsa hangi dildir? Yoksa neden yoktur?

Bir taşla iki kuş vurayım ve ilk cümleye "HAYIR" diye yanıt vererek ikinci soruyu da yanıtlamış olayım, 3. ve 4. soruları da yok sayayım.

Türkçe yazıldığı gibi okunan, okuduğu gibi yazılan bir dil değildir. Çoğunlukla öyledir gerçi. Olmadığı durumlara örnekler bulalım:

"Ooo kızım ya, eve atıp da ondan sonra münasebete girmemek olur mu?" Mozart'ın karısına yazdığı bir mektuptan alıntıdır (yalanım varsa iki gözüm)

Fark ettiğiniz üzere "atıp da" diye yazığımız halde konuşma dilinde bunu aynen "atıpta" diye okuruz. "atıp da" diyorsanız yanlış diyorsunuz.

"Bu şerefsizlerin hepsini alıp sikeceğim, anca öyle akıllanırlar." Polat Alemdar - Kurtlar Vadisi

Gene fark ettiğiniz üzere "sikeceğim" demek ayıp, Türkçe'ye bir ayıp öncelikle. "Sikicem" denir. Doğrusu budur, "sikeceğim" diyenleri bu kararlarından önce gülerek vaz geçirmeye çalışın. Baktınız işe yaramıyor o zaman yöntem kendi içinde saklı.

Kelimeden harfe inelim. Harfler bile yazıldığı gibi okunmuyor ki bu dilde. E harfi mesela. Bunun açığı var kapalısı var. Hatta bu açık kapalılık o kadar fark ediyor ki mutlaka eldiven, annem ve benzeri kelimeler kullanırken kulağınızı KediKadın gücünde tırmalayan birileri olmuştur.

Bir dil için sanırım hiçbir önemi yoktur yazıldığı gibi okunmanın. 8 harf yazıp 4 harfi okuyan Fransızlar da var, sesli harf yazmayan Araplar da var. Biri kağıt ve mürekkep israfı yaparken diğeri ne yapıyor bilmiyorum. İyi seyirler, bi yere bağlayamadım.

Armudun İyisi

Ragnar: Armut hakikaten gaz alır mı? Yüzücülerin gaz sebebiyle yarış kaybettiği doğru mudur? Yüzücüler için Rezene çayı - armut diyeti var mıdır? Bir de balıktan sonra neden helva önerilir?


Çok boşladığımızdan olsa gerek Ragnar kişisinin çok mühim sorusunu da cevaplayamadık. Affettirmeye çalışalım kendimizi.

Efenim öncelikle armutun kimyasına inmek lazım. Kimya bilimlerin en güzeli en safıdır. Candır, canandır. Fizik, Biyoloji, Matematik, Astronomi yan dallarına sahiptir. Her şeyin teorisi onda saklıdır.

Armut meyvesi (ağacı da var bunun) karpuzdan sonra en çok su oranına sahiptir. Kaktüsün meyvesi olsa bile onu geçemez. Hem susuzluğunuzu gidermek hem de iki dakikada bir çişe gitmek istemiyorsanız sizin için bire birdir. Bunun yanında potasyum kaynağı olarak muzdan sonra en zengini gene armuttur. Ayrıca içerdiği yüksek (% 2-4) lif oranıyla tam bir bağırsak dostudur. Yani böyle ulvi bir meyve zor bulunur. Hem sinir hem de sindirim sistemine çok iyi gelen bu meyvenin pek de bilinmeyen bir özelliği ise uzay mekiklerinde ve denizaltılarda kullanılan tek meyve oluşudur. Bunun sebebi elbette oksitlenme özelliğinin çok yüksek olması sebebiyle ( 7.5 nanokilo/saniye) bağırsaklarda metan gazının üretiminin neredeyse sıfırlamasıdır. Ayrıntılara inmeye gerek yok, armudu yeyin reaksiyonunu sormayın.

Zaten hiç osuran ayı diye bir şey duydunuz mu?

Tabi bu cevabı geç vermemdeki en önemli etken 1 haftadır uyguladığım lahana, kuru fasulye ve armut diyetinin sonuçlarını beklememdi. Hatta dünkü 13 saatlik otobüs yolculuğundan önce her zamankinin iki katı yemiş olmama rağmen en ufak bir sızıntı olmadan yolculuğu tamamladım.

Sorunun ikinci kısmı için şöyle diyebilirim, yüzücüler pek kullanmasa da dalgıçların dalmadan önce iki armut yemelerinin en önemli sebebi estetik kaygılar. Düşünsenize, 1 mol metan gazı 16 gramdır ve 20 litre (19 litrelik damacanaları düşünün) yapılan araştırmalarda bir seferde ortalama bir erkek 7, ortalama bir kadın ise 4 gramı salmakta dışarı. Denizin dibinde 5 litrelik bir baloncuk(!) çıkaran bir kadın ne kadar saygı görür yukarıda tahmin edebilirsiniz. İlk zamanlar zaten yukarı çıkmayı reddeden, "yok ben burada iyiyim, sarhoş gibiyim" diyenler olmuş ama sonunda armut mucizesi yardıma yetişmiş.

Balıktan sonra helvanın yenilmesinin sebebi deniz ürünlerinden gelen fosforun çok ucucu olmasından ötürü fosforu, glikozla bağlamak, onu hücrelere taşıyabilmektir. (yersen)

Ocak 20, 2007

Vitamin Deposu

deryik: antibiyotik kullanırken içki içmemek gerektiği bi efsane mi, sadece ağır vasıta şoförlerini mi kapsıyo? bi de bi insan ne kadar öksürebilir, bi üst limit olması mümkün müdür?

Antibiyotik kullanırken içki içmemek, daha doğrusu alkol almamak gerekir. Bu bir efsane değildir. Hem antibiyotik hem de alkol karaciğere yüklenirler. Beyin ve kalple birlikte çalışmaması durumunda yaşayamayacağınız üç organdan biri olan karaciğerin yorulması, sizin de ömrünüzü kısaltır. Bu durum sizi öldürmez belki ama süründürür. Ayrıca antibiyotikle alkolün beraber içilmesi, antibiyotiki bir nevi engeller. Alkolle beraber alınmış antibiyotik, vücuda aspirin kadar bile faydalı olmaz.

İnsan, boğuluncaya kadar öksürebilir. Arada nefes alınamayacak kadar sık öksürülen krizlerde, akciğerlerdeki tüm nefes dışarı verilebilir. Nefes tükendiğinde bile öksürük refleksi devam ederse, öksüren kişinin iki güne kalmaz helvası yenilir.

Ocak 04, 2007

Ölüm (ek)

Ragnar: Ölümle ilgili sorular biraz geçiştirilmiş gibi geldi bana. Hakikaten de balıktan sonra helva yememizle ölümden sonra helva yememiz alakalı olmalı... mıdır?

1.85 boyunda olduğunu tahmin ettiğim Ragnar Bey, efenim bilemiyorum. Gerçekten bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var onu da başkası söylemiş:

- But you'd be only going towards certain death!!
- All deaths are certain.

Aralık 10, 2006

Ölüm

Sartre kardeşimiz sormuş, teşekkür ederim.


Sartre: Yakında öleceğini bildiğimiz biri için hem yakında öleceği için hem de öldükten sonra öldüğü için ve bunun yanında da bu konuda bir şey yapmayı başaramadığımız için üzülmek ne kadar mantıklıdır?

Sartre: Ya da ölüme mantıkla yaklaşabilir miyiz? Yoksa, ölüm de aşk gibi mantık dışı bir tuzak mıdır?

Sartre: Bu bağlamda askerlik, ölüm ve aşk arasında bir bağlantı kurmak bizi yeterince eğlendirebilir mi? Gülmenin hafifliği ölümün ağırlığını bastırabilir mi?

Sartre: Son olarak: Ölüm sonrası helva yememiz hazımsızlığımıza dünyevi bir çözüm aramamızdan mıdır?

Her soruya bir sıra numarası vereyim ve 1. soruyla başlayayım.

1.
Üzülmek kesinlikle mantıksız değildir, çünkü ölümün mantıkla bir ilgisi yoktur. Eğer zaten yapabileceğimiz bir şey olsaydı ve bunu yapmayıp birisini ölüme yollaydıysak hissedeceğimiz en insani duygu pişmanlık olurdu. Ölen birisinin ardından pişmanlık duymadığımız sürece üzülmek en normal en sağlıklı tepkidir. Üzülmek veya üzülmemek zaten kontrol altında tutabildiğimiz bir şey değil. Giden kişinin arkasından seviniyorsanız vardır bir şey...
2.
Ölümün tuzak olmadığını bilen canlıların hepsinin soyu tükenmiş durumda. (eğer olmuş olsa bile) Hepimiz biliyoruz bir gün öleceğimizi. Mutlak gerçektir. Bundan daha ciddi bir şey yoktur. Hayata sıkı sıkıya sarılmamızın, bu dünyaya çivi çakmaya çalışmamızın sebebidir bir gün öleceğimizi bilmenin getirdiği yük. Aşk'la ölüm arasında kurabildiğim tek bağlantı ikisinin de körlüğü yol açması biri kalıcı biri geçici. Tabi ölümün nasıl bir duygu olduğunu bilmemizin bir yolu yok, başka ortak noktalar da olabilir ama aşk bitince de hayat bitince de huzur içinde olmayı hak etmeyen kimse yoktur bu dünyada.
3.
Ölümün ağırlığını hiçbir şey hafifletemez. Kimse onunla baş edemez. Biraz geciktirmek mümkün ama kesin sonuçtan kaçış kesinlikle yoktur. Unutmak işe yarayabilir ama geçici olacak tabi, her zaman ölüm ensemize soğuk soğuk üflemeye devam edecektir.
4.
Helva yapılır hemen kolayca, anında, şeker var içinde, glikoz, temek besin kaynağımız. Yaşamımızı sürdürmeye devam ediyoruz.

Kasım 26, 2006

Hugo'nun da Tolga Abi'nin de

pınar: ?


“?” Victor Hugo’nun yayıncısına yolladığı mektuptur. Victor Hugo, sadece soru işaretinden oluşan bu mektubunda Sefiller’in satış durumunun nasıl gittiğini sormak istemiştir. Victor Hugo’nun yayıncısı mektubun anlamını şıp diye çözmüş, “vallahi çok süper gidiyor Victor, eline sağlık” anlamına gelen “!” şeklindeki cevabını yollamıştır. Bu iki mektup, dünyanın en kısa mektupları olarak tarihe geçmiştir.

Kitaplarda yazan tarih böyledir evet. Ama işin aslı pek öyle değildir. Victor Hugo’nun yayıncısı gelen mektuba çok bozulmuş, koskoca edebiyatçının mektubunda iki kelime yazmayıp sadece soru işareti yollamasını kendisine yedirememiştir. Yıllar süren dostluk, Victor Hugo’nun mektubu yüzünden bozulmuş ama Victor Hugo’nun yayıncısı ağzını bozmamıştır. İçinden geçenleri cevabına yansıtmamış, sadece sonundaki ünlem işaretini Victor Hugo’ya yollamıştır. Verilen cevap “Satışlar çok iyi gidiyor!” anlamına değil “Al bunu alamaz mısın? Sen ne biçim delikanlısın!” anlamına gelmektedir.

Artizm

pınar: soru 1: artis nedir/kimdir? 2: artiz nedir/kimdir? 3: bu ikisi arasındaki fark nedir? 4: bu site neden benim sorularıma cevap vermiyor?


Cevap 1: Artis; taksim bostancı dolmuşlarının kalktığı yerde, iki dolmuş sırasının arasına girip, “Ziverbey’den!”, “Sahilden!” şeklinde bağıran, bir yandan da sigara içip, ilginç el kol hareketleri yapan insanlara denir. Bununla beraber, yurdumuzun çeşitli bölgelerinde, mahalle maçlarında bileklerine fazlasıyla hâkim olmanın verdiği güvenle şahsi oynayan kişilere de artis denir. Kavgada söylenmez, bloglarda bir ihtimal.

Cevap 2: Artiz; içtimaya güneş gözlüğüyle katılan, işi gücü zevzeklik olan tiplere verilen addır. Ayrıca, Demet Akbağ ile Yasemin Yalçın’ın tek yumurta ikizlerini oynadığı “Artiz Mektebi” isimli tiyatro oyununda da kullanılmış bir kelimedir. Bunların dışında ilköğretim çağındaki sıpaların “hişt artiz!...sana demedim tipsiz!” şeklinde yaptıkları gereksizliğin mezesidir.

Cevap 3: Bu ikisi arasındaki fark yaklaşık 22 milimetredir. İhmal edilebilir bir farktır. Gözde çok büyütmemek gerekir.

Cevap 4: Sitenin soruya cevap vermemesi gayet olağan bir durumdur. Haber değeri taşıyan şey, sitenin sorulara cevap vermesidir. Site insan mıdır yahu soruya cevap versin. Hâşâ! Sorulara geç cevap verilmesi, sitedeki üşengeçler yüzündendir.

Kasım 21, 2006

Benzeri Yerler

koray: hep size sorulacak degil ya; bazen bize de soruluyor ama yetkili cevap mercii olarak sizi gordugumdendir ben de size sormak istiyorum bize istanbul'dan Tt_Adsl_Alcatel Dinamik_gay uzerinden baglanara gelen arkadasimizn sorusunu: "Okulda ve benzeri yerlerdeki hak ve sorumluluklarimiz nelerdir" denmis. Buyrun. (ben de kisisel olarak 'benzeri yerler' nedir onu merak ettim)


Efendim öncelikle böyle bir soru sorduğu için koray arkadaşımı, ağbimi, düğünümde göbek atacak kişiyi tebrik etmek isterim. yahu 1 aydır cevabını arıyorum harıl harıl bulamadım. Yani bulamamıştım. Akıllı okuyucular bulduğumu anlayacaklardır.

Okuldaki haklarımız iyi bir eğitim ve öğretim almak, tenefüslerde çişe gitmek, pazartesi ve cumaları istiklal marşını söylemekten ibarettir. Arkadaş da edinebilir hatta onlarla konuşabiliriz. Hocalarımızla dalga geçip geçemeyeceğimiz pek ayrıntılı belirtilmemiştir ama geçmemekte fayda var. Hocalarımız onlar, saygı göstermeliyiz.

Sorumluluklarımıza gelince; vatana millete hayırlı evlatlar gibi davranmalı, ev ödevlerimizi yapmalı, dersleri takip etmeli, etütlere (varsa) katılmalıyız. Ayrıca yapmamamız gereken sorumluluklarımız da vardır: kendimizden küçükleri dövmekten kaçınmalı, kız arkadaşlarımızı taciz etmemeli, erkek arkadaşlarımızı da elletmemeliyiz. Orası ilim yurdu, irfan yurdu. Perdeleri söküp hayaletçilik oynamalı, sigara içmemeli, alkol kullanmamalıyız. Küçüklere sevgiyle, büyüklere saygıyla yaklaşmalıyız. Kavga etmemeli, ağzımızdan kötü sözcükleri uzak tutmalıyız. Kopya çekmemeli, başkasının ödevininden kendi ödevimizi yapmamalıyız.


"Okul ve benzeri yerler" denmiş. Benzeri yerler her türlü eğitim ve öğretim yerini kastediyor. Hapishane ve askeriyeyi de sayabiliriz bunların arasında. Tabi ülkemizde cinsel eğitim yetersizliği söz konusu olduğundan bir çok insan cinselliği başka yerlerde hızlandırılmış kurslarla da öğreniyor (şimdi isim vermeyeyim), orasını da "benzeri yer" kapsamında değerlendirmek mümkündür.

Ekim 09, 2006

Sabah Şekerleri

Alx: rutubetlenmiş şekeri eski haline döndürmek mümkün müdür? Yoksa atalım mı?

Rutubetlenmiş şekeri eski haline döndürmek mümkündür. İstedikten sonra her şey mümkündür. Önemli olan niyettir.

Cevabı tam randımanlı verebilmek için öncelikle şekerin eski haline karar vermek gerek. Eski halinden kasıt rutubetsiz hali ise, işiniz çok kolay. Yok, eğer eski halinden kasıt pancar hali ise, işiniz daha da kolay. İkisinin de nasıl gerçekleştirilebileceğini en ince ayrıntılarıyla anlatacağım.

Rutubetlenmiş şekeri rutubetsiz haline döndürmek için birkaç yol mevcuttur. Genel olarak amaç, şekeri daha sonra ayrılabilecek şekilde, nemi çeken bir gıda maddesiyle karıştırmaktır. Bunlardan en uygunları ekmek ve pirinçtir. Serilmiş şekerin üstüne konulan ekmek dilimi şekerin nemini alır. Pirinç de şekerle karıştırılınca nemi gayet güzel toplar. Şekerle pirinci ayırma işlemi, uygun bir süzgeç veya çelik gibi sağlam sinirlere sahip bir vatandaş vasıtasıyla yapılabilir.

Rutubetlenmiş şekeri şeker pancarına çevirmenin yolları ise çok çok daha kolaydır. Bütün bu yolları, tam bu anda trt fm’den canlı olarak dinleyebilirsiniz.

Rutubetlenmiş şekeri atmanın kime ne faydası olur onu bilemem. Sert değil ki atınca can yaksın. Rutubetlenmiş şekeri atmayın, çocuklar şeker de yiyebilsinler.

Ekim 03, 2006

Ayşe'nin Çocukları (Soru)

buket: ayse`nin 3 cocugu var. yaslarinin carpimi 36, yaslarinin toplami ayse`nin kapi numarasi. ve son olarak en kucuk cocugu kizi. Cocuklarin yaslari kactir sizce evren beyim : )

diye sorulmuş.

Öncelikle "yanlış sorularınızı itinayla doğru yanıtlayan" sitemiz bu soruyu düzelterek cevaplamayı boynumuzun borcu olarak bilir.

Soru şöyle:

Ayşe: Benim üç çocuğum var ve bunların yaşlarının çarpımı 36 ediyor.
Ben: Güzel ama bu soruyu çözmeme yetmez.
Ayşe: Aynı zamanda yaşlarının toplamı bizim evin kapı numarasına eşit. Biliyorsun değil mi kaç olduğunu.
Ben: Evet biliyorum ama bu gene yeterli gelmedi.
Ayşe: Tamam o zaman, 3. ve son ipucunu veriyorum: En küçük çocuğum bir kız.
Ben: Hah, buldum şimdi!!!!

Soru: Ayşe'nin çocuklarının yaşları nedir?

Şimdilik sadece soruyu düzeltelim. Sonra cevaplarım eğer okuyuculardan biri bulamazsa.


İpucu: Buket'in sorduğu haliyle tartışmaya açık bir soru. İki soru arasındaki farkı düşünmek yardımcı olabilir.

"Kim?"lik

klipır love: (kayıt) kütüğüyle kafa kağıdı aynı şey midir? insanın kimliğini belirleyen nedir?

Kayıt kütüğü ile kafa kağıdı aynı şey değildir. Kayıt kütüğü, birçok kayıtın toplandığı bir kütüktür. Bu kayıtların nüfusla ilgili olmasına gerek yoktur. Kayıt edilebilir bilgiler olması yeterlidir. Nüfus kütüğü ise ailenin, eşin, dostun her türlü doğum, ölüm, evlenme, boşanma, çocuğu koyma türü eylemlerinin kaydedildiği kütüktür.

Kafa kağıdı, nüfus cüzdanıdır. Mavi ve pembe renkte olabilen; T.C. kimlik no, soyadı, adı, baba adı, ana adı, doğum yeri, doğum tarihi, medeni hali, dini, kan grubu, il, ilçesi mahalle-köy, cilt no, aile sıra no, sıra no, verildiği yer, veriliş nedeni, kayıt no, veriliş tarihi ve önceki soyadı haneleri olan; PVC kaplı; kimlik de denilen bir belgedir. Ehliyet alındığı zaman otoritesi sarsılır ama cüzdanın reisi hep kafa kağıdıdır.

Her ne kadar kafa kağıdına kimlik dense de, insanın kimliğini kafa kağıdı belirlemez. Kafa kağıdı, bir belgeden, formaliteden fazlası değildir.

İnsanın kimliğini belirleyen, genleri ve çevresidir. Anneden ve babadan gelen genler, mutasyonlarla çeşitlenerek insanın hammaddesini oluşturur. Geçen yıllar boyunca sosyal çevre bu hammaddeye şekil verir. Genlere yontulmamış taş, sosyal çevreye ise heykeltıraş gözüyle bakılabilir. Genler, taşın renk, sertlik, esneklik, kırılganlık gibi özelliklerini belirlerken; sosyal çevre, heykeltıraşın ustalığını, zevkini, elinin hafifliğini temsil eder.

Heykeltıraş ilk yıllarda sadece anne babadır. Bu durum, dolaylı olarak gebelik süresiyle de ilgilidir. Yanlışlıkla belgesel izleyenler bile görmüşlerdir: Yeni doğan bir canlının ilk derdi ayakları üzerinde durabilmektir. Bunu başarabilirse yaşama şansı olur. Kanguru yavruları doğduklarında parmak kadardırlar. Bu halleriyle bile annelerinin vücutlarından ayrılmadan kesenin girişine kadar tırmanırlar ve kendilerini içeri atarlar. Bu sırada anne kanguru yavrulara yardımcı olmaz, onları keseye sürüklemez ya da işlerini kolaylaştırmak için amuda kalkmaz. İnsan yavrusu böyle değildir. Güçsüzdür, bakıma muhtaçtır. Annesinden kopmamak için arada köprü bile kurmuştur. İnsanın gebelik süresinin kısalığı, doğan yavrunun ayakları üzerinde duramayacak, kendini besleyemeyecek kadar zayıf ve aciz olmasının sebebidir. İşte bu yüzden, insan, doğduğu andan itibaren ilgi görmeye, bir nevi yontulmaya başlar. Buna muhtaçtır. İlk yıllar bu yontma işleminin en çok olduğu, taşın ciddi anlamda şekil almaya başladığı zamanlardır. Genlerin anne babadan geldiği de hatırlanırsa, kimliğin aslında büyük ölçüde anne baba tarafından ortaya çıkarıldığı görülebilir. Ailesiz ya da aileden uzak büyümek, kimlik üzerinde ailenin etkisini azaltsa da asla bu etki yok sayılamaz.

Yıllar geçtikçe heykeltıraşa yeni kollar eklenir. Eş, dost, hısım, akraba, arkadaşlar, eğitimciler “insan” şeklindeki kollardır. Öte yandan, okunanlar, dinlenenler, izlenenler, tadılanlar, hissedilenler de yontma işlemine katkıda bulunan tecrübelerdir. Bu tecrübelerle, insan kendi kendini bazen cillop gibi yontarken bazen bunu beceremez.

Yontma işlemini kararında bırakmak gerekir. Fazla yontmamak heykeli ham bırakır, köşeleri sivri olur, çevresine batar. Yıllar geçtikçe yontmak zorlaştığından, belli bir süre sonra yontmaya çalışmak zor olur, acı verir. Gereğinden fazla yontmak ise heykeli zayıflatır. Ufak rüzgarlarda bile devrilebilecek hale getirir. Heykelin en iç kısımları sıvıdır. İnsanın değil en yakınına, çoğu zaman kendisine bile itiraf etmediği, edemediği en pis, aşağılık, hastalıklı düşünceleri bu sıvının içindedir. Sıvının dışarı sızmaya başlaması büyük tehlikedir. Bu tip bir çatlak kolay kolay kapatılamaz. Fazla yontmanın bir riski de budur.

İnsanın “kim”liğini, özünü aldığı anne babası ve ona şekil veren çevresi belirler. İnsanın “kim?” olduğu yıllar süren bir şekil verme işlemi sonucu ortaya çıkar ve bu sorunun sabit bir cevabı yoktur.

Ekim 01, 2006

Überseksüellik -ve kısmen trend dediğimiz şey- hakkında

"Bu yeni überseksüel diye bişi çıktı. Daha önce de kısaca değinmiştiniz. Biraz daha açıklayıcı bir cevap verebilir misiniz? Kimler Überseksüeldir? Überseksüel olmak için ne yapılmalıdır?"
diye sorulmuş...

Evvela sözcüğümüzün etimolojik kökenine bakalım... ama hiç gerek yok zira überseksüel gayet açık bir laf. Überseksüellik fenomeninin ortaya çıkışına baktığımızda "post-metroseksüalizm"e dikkat etmek gerekiyor. Bilindiği gibi ilk olarak "metroseksüel" denen bir takım adamlar, bu isimlendirme sayesinde kendi varoluşlarına görsel bir anlam kazandırma imkanı buldu. Ve hatta zamanla bu adamlar bir metroseksüalizm ideolojisi suretinde yüceltildiler. Ancak "piyasa ekonomisi herkesin mutluluğunu ister !" ve birilerinin metroseksüellik adı altında başkalarına nazaran fazla prim yapması, o başkalarını mutsuz ettiğinden piyasa ekonomisi tüm überkahramanlığını takınıp bu boynubüküklere "überseksüel"lik şerefini bahşetti.

Bu noktada Marian Salzman adlı trendspotter -hatta trendgoddess- The Future of Men adlı başyapıtıyla überseksüel kavramını yaratarak, metroseksüelliğin psikolojik gazabından bunalan bünyelere çare oldu. Ancak şunu da itiraf etmek gerekir ki "überseksüellik" aslında 5 gram akla sahip olan ve bu 5 gram aklını trendsetterlığa vakfetmiş herkesin uydurabileceği bir laf.
Peki ya kimdir überseksüel? (soruyla heyecanlı bir geçiş filan)

Überseksüellik kavramı ABD'de doğduğu için konuyla ilgili pek tuttuğum bu tanımı İngilizce vermekte (Urban dictionary'den namussuz bi intihal yapmakta) mahsur görmüyorum: "Ubersexual is a male who is similar to a metrosexual but displays the traditional manly qualities such as confidence, strength, and class - leaving no doubt as to his sexual orientation" (Bilhassa Türkçe'ye çevirmiyorum. Nitekim Türkçe'nin, trendleri algılatmamaktaki yetersizliği hepimizce malum) Meselenin özünde, metroseksüellikten gelenekçi ve klasik erkeğe doğru yaklaşan bir adam tanımlama isteği yatıyor. Bunda başlıca kaygı da muhtemelen meteroseksüelliğin içinde fazlaca yer alan "homoseksüellik şüphesi"ni bertaraf etmek.

Überseksüel'in gözümüzde canlanması için çabalayan Sayın Salzman'ın, geçtiğimiz ayarda Türkiye'ye gelip kendi elceğizleriyle "überseksüel" seçtiğini müjdelemek istiyorum. Kendisi Cem Boyner, Beyaz ve Rutkay Aziz'i de içeren bi Türk überseksüeller listesi yapmış. (Fakat listede Nihat Doğan yokmuş. Üzülmesin yakında onu da içeren yeni bir kavram ortaya atılır.)

Gelelim überseksüel olmak için ne yapmak gerektiğine... Hiçbir şey. Çünkü bir adam ya überseksüeldir ya da değildir. Değilse de üzülmesin çünkü yakında onun da "vay be tam da benden bahsediyor" diyeceği yeni bir kavram ortaya atılır. Kapitalizm, bu gibi mevzularda, müritlerini çaresiz bırakmayacak kadar bonkördür.